loading...
Küçükken abimin okuldan dönüşünü heyecanla bekler, defterlerini ve kitaplarını karıştırır, ders çalışırken ona hayran hayran bakardım. Sonra benim de aklıma düştü bu her gün gidilen, okul denilen acayip yer. Hafta sonu abimle oyun oynamak için okul bahçesine giderdik hep, fakat kapılar kapalı olduğundan benim için bina hazine sandığı gibiydi ve sık sık dönüp bakardım o kapılara.
Israrlarım, ağlamalarım sonucu zamanından çok önce okula kaydım yaptırılmıştı ve nihayet ben de beyaz yakaları takmıştım. Öyle heyecanlıydım ki, kayıt için önlüklü fotoğrafım çekilirken gülmemek için ağzımı güçlükle sabitlemiştim, fakat öyle zorlamışım ki fotoğrafım komik ve acı çeker gibi çıkmıştı. Oysa küçük bir çocuğu “çekiyoruuum gülme” diye uyarmak ne gereksizmiş.
Ve nihayet okul açılmıştı, meraklı ve heyecanlıydım. Küçük bir çocuk gözünde kale gibi kocaman görünen okulun koridorlarından, heryerinden yüzlerce çığırtkan ve oradan oraya koşturan çocuklarla karşılaştığımda şaşkınlıktan dakikalarca olduğum yerde sabitlenip, ağzım açık izlemiştim etrafımı. Her yöne akan nehir ortasında gibiydim, gelen geçenler de sürekli bana çarpıyordu fakat ben inanılmaz mutluydum. İşte, sonunda buradaydım, içerideydim ve ben de öğrenci olmuştum.
Kızım okula nasıl başladı?
Kızım 2 yaşındayken haftada bir kaç gün 2-3 saatlik oyun grubuna başlayıp, ertesi yıl evimize en yakın anaokulu tadında bir yere devam etmişti. Bu yıl tüm öğrenim hayatını devam etmesini dilediğimiz yeni okuluna başladı. Okul seçme meselesi de acayip maceralı oluyor ki uzun bir yazı konusudur. Oryantasyon haftası diye nitelendirilen kısa saatlerden oluşan, tanışma odaklı, daha çok oyunlu, eğlenceli süreçte küçük kızımla birlikte biz de yıllar sonra okullu olma heyecanını yaşadık. İlk gün kızımın sınıfının koridorunda sabırsızca beklerken; mutlu, oyunlar için sabırsız, utangaç olan çocuk kadar, korkmuş, endişeli, şaşkın, reddeden, annesini isteyen, sınıftan çıkmak veya sınıfa girmemek için çığlıklar atarak dakikalarca ağlayan da pek çok çocuk gördüm. Böyle bir durumda sakinliği koruyup kararlı olmak oldukça güç…
Çocuğum okula gitmek istemiyor ne yapmalıyım?
Öncelikle çocuk açısından durumu değerlendirirsek; rakipsiz olduğu, ona ait ev ortamından çıkıp birsürü çocukla yeni bir ortama giriyor. Evinin biriciği bir anda öğretmenin öğrencilerinden birisi oluyor. Yeni ortamda sistemi ve kurallarıyla birlikte çocuk da farklı davranışlar sergilemeye başlayabiliyor. Bu süreçte duygusal olarak zorlanabileceklerinden her zamankinden biraz daha özel ilgiye ihtiyaç duyuyorlar. Eğer çocuk okula gitmek istemiyorsa, ağlayarak direniyorsa, okuldan mutsuz dönüyorsa onun duygularıyla ilgilendiğimizi gösteren ve kendini ifade etmesini kolaylaştıracak yansıtıcı konuşmalar yapabiliriz. Nasıl konuşmalar bunlar; “Sanırım yeni okul seni endişelendiriyor”, “ okulda neler yapacağız diye merak ediyorsun galiba”, “annem beni burada unutursa ne yapacağım diye tedirgin oluyorsun”… Çocukta bunca yenilikle kaygı oluşması normaldir. Kendimizden düşünürsek, yeni işimizin ilk günlerinde acaba alışacak mıyım, yapabilir miyim şeklinde endişe duyuyor, geçen birkaç günün ardından yavaş yavaş rahatlamaya başlıyoruz. gidilen her yeni ortam, yeni şehir, yeni insanlar sizin git gide rahatlamanızı sağlıyorsa deneyimleme arttıkça, rahatlama da artıyor demek. Çocuğumuza biraz zaman tanıyıp, bu sürede kendini iyi hissetmesini sağlamalıyız.
Yetişkin ve çocuklarda en sık rastlanan duygu kaygıdır. Aslında yetişkinlerde var olunca olumsuz geri bildirimlerle çocuklar da kaygılı olur ki bu da geleceğin kaygılı bireyleri demektir. Onları düşündüğümüz için günlük konuşmalarımızdan hiç eksik etmediğimiz; terlersen hasta olursun, koşma düşersin, dondurmanı yavaş ye boğazın şişer, hırkanı giy hastalanırsın, yemek yemezsen büyümezsin gibi daha pek çok tanımlamalar çocuklarımızın endişe haritasını oluşturur. Daha sonra miniğimiz koşarken düşüp yaralanacağından endişe duyar, dondurma yerken ilgilendiği tek şey yavaş yemek ki boğazı şişmesin, kaydırağın en tepesine çıktığında yuvarlanacağını düşünür. Güven duygusunun da temeli çocuğun bebekliğinden anne ile olan bağıyla başlar . Bebek ağlar, anne koşar gelir onun en temel ihtiyaçlarını karşılar, ona sarılır, sever böylece anneye güven oluşur. Anne güvenilirse dünya da güvenilirdir. Tıpkı kaygıların da anneden aileden öğrenilmesi gibi…
KAYGI NEDİR: Genellikle kötü bir şey olacakmış düşüncesiyle ortaya çıkan ve sebebi bilinmeyen gerginlik duygusu (http://www.tdk.gov.tr/). Kontrol edemediklerinde kaygı başlar ve olumsuz düşüncelerle de beslenir.
KORKU NEDİR: Gerçek veya beklenen bir tehlike ile yoğun bir acı karşısında uyanan ve coşku, beniz sararması, ağız kuruması, kalp, solunum hızlanması vb. belirtileri olan veya daha karmaşık fizyolojik değişmelerle kendini gösteren duygu (http://www.tdk.gov.tr/).
Korkuyla kaygı arasındaki farklar nelerdir?
Korku kişinin tetikte olmasını sağladığı için hayatını kolaylaştırabilir ve korku kaynağı ortadan kalkınca etkisi de geçer fakat kaygı, etken olmasa bile vardır. Kaygı olumlu etki yaratmaz ve çoğu zaman hayatımızı zorlaştırır bile. Şöyle düşünün köpekten korkuyorsunuz ve girdiğiniz sokakta köpekle karşılaştığınız an korkunuz ortaya çıkar. Köpek gittikten sonra bu duygu da kaybolur. Ancak köpek saldıracak kaygısı sokağa girdiğiniz an ortada köpek yokken bile sizi tedirgin eder ve her an bir yerden çıkacağını düşünmenize neden olur.
Ayrılık kaygısı
Her yaşta farklı kaygılar vardır. Anaokulu yaş grubundaki çocukların en temel kaygısı ayrılıktır. Bizler bebeğimizin üstüne titrerken ne kadar büyüdüklerini bazen atlayabiliyoruz. İstiyoruz ki hep boynumuzda, dibimizde, gözümüzün önünde olsunlar. Fakat aşırı düşkünlük çocukta bağımlılık oluşturabildiği gibi okul çağına geldiğinde ayrılık korkusu yaşatmaya başlayabiliyor. Anneyle ayrışmasını yapamayan çocuklar ileride birilerine bağlanmış, tek başına yaşayamayan yetişkinler oluyor. Hatta yalnız kalmamak için ilişkide haksızlığa uğramayı bile göze alabiliyor. Ayrıca aileyi kaybetme korkusu yaşarlar ki kendimden çok iyi bildiğim eski bir duygudur. Kişiye içten içe çok büyük baskı yaratır.
Yapamazsam ve nasıl yapacağım kaygısı
Çocuğunuzu erken yaşta kendi kendine beslenmeye teşvik edin. İyi beslensin, yemek süreci uzayıp gitmesin diye kaşığı siz elinize aldıkça çocuk annesi tarafından besleniyor ki okula gittiğinde “eee şimdi beni kim besleyecek, nasıl yemek yiyeceğim” diye endişeleniyor. Hatta biraz daha ileri gidersek arkadaşları onunla dalga geçecek diye korktuğundan kullanamayacağını düşündüğü çatala kaşığa elini bile sürmüyor. Acıkmadığını söyleyerek gerçekten aç kalıyor.
Kaybolma, eve dönememe kaygısı
Diğer bir kaygı da kulda kaybolma, sürekli okulda kalıp eve dönememe. Çocuğunuza götürme ve getirme konusunda kısa ve net bir bilgi verin. “Şimdi seni okuluna ben bırakıyorum fakat seni okuldan baban alacak” veya servisle gidip gelen çocuğunuza onu evde beklediğinizi söyleyin ve mutlaka sözünüzü tutun. Eğer çocuğunuzu siz alacaksanız zamanında orada olun ki yalnız kaldığında terkedildiği hissine kapılmasın (ileride değersiz olduğunu bile düşünebilir. Ben o kadar da önemli değilim baksana okuldan almak için zamanında bile gelmiyorlar gibi). Ayrıca ayrılık aşamasını çok uzatmayın, uzun açıklamalar yapmayın, bu durum onu daha da kaygılandıracaktır. Çok laf, üstü kapatılmaya çalışılan başka hikayeler gibi görünebilir. Öğretmenine teslim edilen yavrunuza sık sık görünürseniz ayrılık süreci uzayacaktır ve çocuğunuz sizin kaygınızdan cesaret alıp, kendi kaygılarının doğru olduğunu düşünecektir. Ağladığını duyduğunuzda endişe etmeniz doğal fakat siz biliyorsunuz ki çocuğunuz kendisi için hazırlanmış ortamda bulunuyor ve canı yandığı için ağlamıyor. Yanına gitmediğinizde de kapı önünde ilgilenmiyor gibi görünen anne hissine kapılmayın sakın. Küçük çocuklar ortama ayak uydurmaya çalışırken sizi gördüğü an tabi ki size koşmak isteyecektir. Endişeli çocuğa az görün, iyi saklan ve tutarlı ol işin püf noktası…
Bu dönemde kaygı kaynaklı karın ağrısı, iştahsızlık, halsizlik gibi fiziksel şikayetler olursa bu normaldir, onu dinleyin fakat “amanın yavrum benim hemen doktora gitmeliyiz” tadında evhamlanmayın veya “tamam zaten daha ilk günler bugün gitmeyiver” diye onu evde kalması için teşvik etmeyin. Bu ileride her sıkıştığında karın ağrısı şikayetiyle kendini yataklara atan bir öğrenci adayı yaratacaktır. Onu zorla okula göndermeye çalışmayın fakat evde kalmayı isteyen çocuğunuza ekstra konfor sağlayarak ona ödül vermiş gibi de olmayın. Okula gitmek istemeyen çocuğun işe gitmek zorunda olan babaya “senden oyuncak istemiyorum, işe gitmene gerek yok, birlikte evde kalalım” önerisiyle geldiğine şahit olmuşluğum vardır. Haydi bakalım sen okuluna, ben de işime gitmeliyiz, sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz diye kısaca aktarmalıyız. Önemli; bu açıklamaları yaparken onun gözlerine bakacak gibi olmalıyız. Elimiz belimizde veya bulunduğumuz yerden tepeden bakarak onu anlamış olmayız 🙂
Onu gitmeye teşvik etmek için okulu süper eğlenceli, oyun oynanan harika bir masal dünyası gibi abartarak anlatmamalıyız. Bu sonrasında hayal kırıklığı yaratacağı gibi yeterince eğlenemediğinde de kaygılanabilir. Okula gitmek istemediği günlerde derslerini öğrenen arkadaşlara karşılık herşeyi kaçıran çocuğumuzu kıyaslayan konuşmalarla başarısız olacağı kaygısı oluştururuz. Kaygılar kaygılar der gibisiniz, o kadar da zor değil 🙂
Eve dönen çocuğunuza gününü sorun fakat soru yağmuruna tutmayın. Eeee bugün okul nasıldı gibi cümleler yerine daha net küçük sorularla sohbet edilmeli…
İlkokula başlayan çocukların kaygıları nelerdir?
1. sınıfta ise konular artacak ve çeşitlenecek. Çocuğunuz hem çok hevesli hem de ya öğrenemezsem diye kaygılı olabilir. Bir yandan ailesini mutlu etmek isterken, bir yandan da artan kurallara ayak uydurmaya çalışacaklar. Bu sürede geç kalma veya yapamama gibi konularda rahatlamak için olumsuz örnekleme olarak başka arkadaşlarını aktarabilirler. Böyle konularda onları dinlemeli fakat destekleyen cümleler kurmamalıyız. Çocuğumuzu olumlu veya olumsuz başkalarıyla kıyaslamamalıyız , her çocuk özeldir ve kendine hastır. Bir defasında söyle bir konuşmaya şahit olmuştum; anne oğlunun ödev yapmasını teşvik etmek ister fakat bunu yaparken sınıf arkadaşının üzerinden ilerler. “Ayşe ödevlerini yapmıyor ve hep düşük not alıyor, ancak benim oğluşum tüm ödevlerini yaptığı için çok başarılı, benim oğlum arkadaşı gibi sorumsuz değil”. Bu çocuk ya ileride o güvenilen dağlara kar yağdırmamak için çabalarken fazladan stres altına girecek veya sıkışınca çevresindekilerin üzerinden suçlayıcı tavır sergileyecek. “Ama Ayşe de ödevlerini yapmıyor, okula da hep geç kalıyor” gibi. Zaman geçtikçe kendini olduğu gibi sevmek yerine, iyi hissetmek için hep başkalarının açıklarını yakalamaya çalışacak bir karakter eğiliminde bile olabilir.
Ödev, sen kime verildin bakayım?
Geldik en önemli konuya ödeve. Bu mesele okuldan okula değişse de en çok “Defne okula başlasın bi sizi de göreceğiz, bunlar daha iyi günleriniz” mesajının verildiği konu. Açıkçası çevremdeki tüm okullu yavrular sürekli ödev yapıyor. Hatta öyle çok oluyor ki bu ödevler, geceleri de anneler devam etmek zorunda kalıyor (en çok da resim). Sorumluluk duygusu ve öğrendiklerini pekiştirmesi için verilen bu ödevlerin çokluğu sadece çocuğa değil, bütün bir aileye baskı oluşturuyor. Hatta tek tartışma konusu bu bile olabilir. Ve asıl önemli olan mesele ödev konusunda çocukla sadece annenin yüz yüze gelmemesi. Anne ödev yap diye hatırlatan, sıkıştıran, tepesinde boza pişiren kişiyken ödev sonrası “haydi biraz dinlenmen için dışarı çıkalım” diyen baba ödül veren kahraman oluveriyor. O dengeyi iyi kurmalı ve iş bölümü yapmalıyız.
Bir annenin çocuğunun başarısız olması kaygısı yüzünden, ellerindeki gücü kötüye kullandığını gördüğüm ve çok üzüldüğüm bir diyaloğu aktarmak istiyorum.
Kumsalın yakınındaki cafede abla ve annesiyle oturan küçük çocuğu annesi sert (dikkat edin kararlı demedim) bir şekilde kendi bulunduğu masaya ödev yapması için çağırdı. Çocuk isteksizce gidince anne hayal kırıklığına uğradığından saydırmaya başladı. “ödevlerini yaparken seni mutlu ve heyecanlı görmek istiyorum”. Birkaç dakika sonra ödevi kontrol edip sinirlendi ve bu sefer de parmağını sallayarak tehdit etmeye başladı. Seni şimdi, hemen eve sokarım ve sokağa çıkmanı yasaklarım, yaparım, bunu yapabilirim biliyorsun di mi? Çocuktan duyduğunu göstermek için çıkan cılız bir “biliyorum” sonrası “ödevlerini yapmazsan öğrenemezsin ve okul açılıyor, öğrenemediğinde nasıl yapacaksın” diye devam etti anne. Diyaloğun tonu sertleşmeye devam ettiğinden duymamak için oradan uzaklaştım. Çocuğu ablasının arkadaşlarının yanında azarladı, tehdit etti ve başarısız olacağıyla ilgili etiketledi. Daha ne olsun…
Anneler, babalar; çocuğunuza ödev yaptırırken baskıcı, tehditkar veya rüşvetçi olmayın.
Bir çocuk oyun oynandığı veya televizyon seyrederken yiyebildiği için değil de acıktığı için yemek yemeliyse, sorumluluklar da ceza veya ödül için değil, yapılması gerektiği için yapılmalı.
Siz çalar saat değilsiniz
Evet her sabah çocuğunuzun odasına girip “haydi kalk uyanma vakti” diye uyandırırsanız bir süre sonra özellikle de uyanmakta zorlanan, isteksiz çocuğunuzla kavgaya tutuşmaya başlayabilirsiniz. Bunun yerine bir çalar saat alın ve ona hediye edin. Saati birlikte kurun ve meseleyi saatle onun arasında bırakın. Tabi ki bu tüm sorumluluğu çocuğunuza bırakın demek değil (biraz daha büyüdüğünde hedef bu olsa da). Geç kalındığı için çocukların en sevmediği cümleleri kurmak yerine (acele etmelisin, hadi hadi , çabuk çabuk gibi) hazırlık için yeterince zaman ayarlayabilir, ışıklandırmayı yavaş yavaş yapabilir, onun seveceği sabah müziği açabilirsiniz. Geçen yıl ben çalar saat olma hatasına düşmüştüm ve kısa süre sonra sabahları gittikçe şiddetlenen anne kız kavgaları dalga dalga eve yayılmaya başlamıştı. Bu durumda kızım okula, ben işe mutsuz şekilde gitmeye başlamıştık. Siz kendinizi çocuk yerine koyun. Loş odanızda mışıl mışıl uyurken birden odanıza birisi kalk borusu öttürerek giriyor, yetmiyormuş gibi durumu hızlandırmak için perdeyi açıyor ve hatta hızını alamayıp odanın ışığını da bir anda yakıveriyor. Hala uyumak isteyen birisinin hırçınlaşması için her türlü ortamı yaratmış oluyoruz. Hatamı farkeder etmez tavrımı değiştirmiştim ve aynı kuzucuk sabahları güne kocaman gülümsemeyle başlamıştı. Güne çalar saat ve düzenlenmiş uyku saatleri sayesinde daha bir keyifli başlasın tüm aileler.
Çocuğunuz büyürken bizleri rol model olarak alıyorlar. İlk ve ortaokulda hatırlıyorum sık sık “örnek aldığınız erkek, kadın, düşünür, sanatçı, ünlü kim” şeklin formlar doldururduk. Çocuklarımız birer aynadır. Rahat, mutlu, tutarlı, güvenilir anne baba çocuk, için dünyasının da öyle görünmesine sağlayacaktır.
Eğitim uzun soluklu bir süreç, öğretmenlerimize güvenmeli ve işbirliği içinde olmalıyız. Diyeceğim o ki bu okul güzel bir şey 🙂
Herkese ödevlerin su gibi akıp bittiği, çocukların yüzünde güllerin açtığı, emeklerin boşa gitmediği bir eğitim öğretim yılı diliyorum.