loading...
Sabah savaşları ve engellenemez anne gözyaşları.
Küçük kuzumla iplerimizin gerildiği en bariz an, okula gitmek istemediği sabahlarda yataktan kalkmamak için bizimle tutuştuğu kıyasıya mücadelesi. Saçlarını, sırtını okşayarak canıııım, kuzucuuum, hadi minnoşumla başlayan yumuşak girişimler işe yaramayınca ses tonum bir tık artıyor. Yumuş yataktan kaldırmaya çalışan anneyi duymamak için önce kafasını yastıklarının altına gömüyor, devamında çalar saat gibi rahatsızlık veren anneyi okulun çok da gerekli olmadığına inandırmak üzere mantıklı sebepler sunuyor. Zihnim beni engellemeye çalışsa da sonunda (doğru yanlış) tüm bildiklerini unutan bam telim kopuyor. Bu direnme karşısında odasını terkederken kendimi tutamayıp “Nasıl da direniyorsun. Benim aklıma bile gelmezdi senin yaşlarındayken okula gitmeme fikri” diye kulak tırmalayışım da oluyor. Konuyu yumuşatarak aktardığıma bakmayın. İnanın tatlılıkla olması için çabaladığım sabah törenlerinde daha işe gitmeden bitmiş vaziyette oluyordum. Annem ve babam okula huzurla gidebilmemiz konusunda son derece hassastı. Ben de onlarla ağaca tırmanacak kadar inatlaştığımızı hatırlamıyorum (bu örnek kıyaslama amaçlı değil). Sabahları güzel uyanıp, uyumlu hazırlanıp öpücük ve sarılmayla uğurlanma ritmi can sıkıcı birşeyler olmuşsa hoop diye bozuluyor. Tekrar gitmeyeceğim, bugün tatil mi, tatil ne zaman, beni siz götürün, beni siz getirin diye devam edip duruyor. Aslında öğrenmeyi de, alıştırma yapmayı da çok seviyor. O konuda ileride sıkıntı yaşayacağımızı sanmıyoruz. Ama uzun tatillerden, hastalıklardan kaynaklı boşluklardan sonra onu yataktan söküp almak zorunda kalıyoruz. Diyelim ki ayağa kaldırdık hazırlanırken milyon tane bahane üretebiliyor. Nefesim daralırken üstüne servis dakikaları yaklaştıkça küçük protestocunun ağır çekime dönüşen hareketlerinin etkisi bende 100 kat baskı yaratıyor. Bunu çözmek için her yolu denerken öğreniyorum ki; okulu sevmeme çok uzun zamandır yaşayan avcı-toplayıcı kültürün marifetiymiş. Çünkü atalarımızın çocukları büyürken özgürce oynayıp, koşturup, deneyimleyerek öğreniyormuş. Yani bizimkinin yaptığı, o ana göre hareket etme isteği, yeni yetme şımarıklığı değil, sandığımın aksine genlerinden çıkan doğal yansımaymış.
Özellikle oyun çağındaki çocukların yüreği okulu değil, kontrolleri dışında büyüyen kurallar silsilesini kabullenemiyor. Yetmezmiş gibi küçüklerin sık sık “bugün hiç oyun oynamadık, bugün çok az oynadık” diyerek hayal kırıklığıyla çantalarını sürüye sürüye eve dönmelerini buruklukla izliyorum. Oysa çocukların dünyasından beslenerek, onları kalıplarda sıkmadan, destekleyen, daha özgür bir yapı ne iyi olurdu. Ya da bir yol olmalı?
Ve aileler de kaygılardan, kalıplardan uzak bunu destekleseydi. “Koşma düşersin” yerine düşünce kalkmayı öğretsek. Çünkü küçük büyük her tartışmada çok üzülüyorum. Geri almak istiyorum zamanı ve kaygılardan uzak ultra ama ultra sabırlı olduğumu düşünüyorum. Yani kim istemez çocuğuyla uzlaşmayı. Bir de ben kurallarla büyümüş birisi olarak çok iyi anlıyorum onun neler hissetiğini. Yavrum yazık servis beklerken etrafı inceliyor, en küçük değişikliği farkediyor. yağmur varsa başka hallere giriyor, sümüklü böceklere bakıyor, oluklardan akan suda yaprak yarıştırıyor. Ve bir ses şöyle diyor. Bırak ilgilendiğin şeyi, sıraya girip koltuğuna otur. Zamanı takip eder olmuşuz… Akşam yatma saatlerini, sabah kalkma, haftasonları, tatilleri…gözümüz hep saatte.
Aslında ben de ne zaman masa başında bunalsam uzaklaşmak için hayallere dalarım. Ailemle birlikte istediğimizde çıksak gitsek ormana, kucaklasak ağaçları, yuvarlansak toprakta (hep orman heralde sıkılmışlığın zıttı özgürlük denilince bu geliyor aklıma, daha rahat hissediyorum kendimi oralarda) içimizdeki doğuştan gelen coşkuyla, öğrenerek eğleniyoruz hatta kamp kuruyoruz. Ve yetmiyor devam ediyorum; aydınlık yüksek tavanlı bir odadayız, duvarlar büyüklüğünde kağıtlara parmak fırçalarımızla resimler yapıyoruz. Kendi eserimiz kilden çanaklarımıza dalından topladığımız meyvelerin sularını akıta akıta lakırtı eşliğinde yiyoruz. Bunları öyle gönülden düşlüyorum ki; resim yaptığımız odadaki ham ahşap zeminin beyaz boyalarının yer yer aşınmışlığını ve yüzeyini ısıtan güneşin sıcaklığını dahi hissediyorum.
Benim dileğim aralara sıkıştırılan birkaç haftalık tatillerde değil, çocuğumu gerçekten özgür büyütebilmek. En azından 0-7 yaş arası dönemde konserve gibi sıkıştırılmış alanda koştururken değil de daha yumuşak olmalı. Kuralsız destursuz olsun demiyorum. Tedirginlik, endişe, normal üstü yorgunluk olmadan diyorum…
14 Kasım 2013 tarihinde, sabah 8.42’de işe giderken telefonuma aşağıdakileri yazmışım. Biz bizeyiz nasıl olsa paylaşmak istiyorum…
Bazı sabahlar okul hazırlığı tam bir eziyet oluyor. Kuzuyu yeteri kadar önce ve yumuşaklıkla uyandırmaya gayret et ve ilk lafı elinin tersiyle iten sevimsiz bir “giiit” olsun. Aman durumu yükseltmeyelim diyerek onu anlar cümleler kurmaya çalış fakat olmuyor. Minik detaylara takılıyor, bol zamanı sonuna kadar kullanıyor ve annenin damarına her türlü basıyor. Sonunda o sevecen annenin yerine reddedildiğini düşünerek üzgün (napim böyle algılıyorum), servis saati geldiği için telaşlı (bekletmeyi sevmiyorum) ve “ya neden böyleyken böyle” oluyor diye hayal kırıklığına uğramış, söylenen (hiç istemediğim) gergin anne çıkıyor ortaya. Kim ister ki yeni güne böyle başlamak. Başımı yastığa koyduğumda “sabah olsa da şöyle bir bağrınsam, evde telaş rüzgarları estirsem” diye hayal kurmuyorum. Ama işte sonuç… Evet seni anlıyorum kuzucum diyor içimdeki ses; uykuya devam etmeyi çok istiyorsun, yataktan kalkmak zor geliyor. Hem bu sabah ayrıca yorgun da hissediyorsun derken içimdeki üzgün anne araya giriyor. Evet biliyorum; kızın tatlı bir gülümsemeyle gözlerini açsın istiyordun hata küçük bir sarılma da hiç fena olmazdı, kıyafet konusunda huysuzlansın ama sonunda mevsim gerçeklerini kabul edip bebek çorap veya capry tayt ısrarından uyuma bağlansın. Sonuç mu? Bağırmak istemediğini ve şu anda üzgün olduğunu söyleyerek kuzusunu öpülüp servise bindiren anne. Nerdeyse ağlayacağım. O benim biriciğim ve bariz ters giden durum karşısında içim eziliyor, yüzüm düşüyor… Keşke onun yaşındayken ne hissettiğimi hatırlayabilseydim veya küçük bir çocuk kafasında olsaydım o zaman daha iyi olurdu. Diyelim ki “daha çok küçük onun isteğini yerine getirip gönlü olduğu dakikada evden çıksanız, bu seferlik okula siz bıraksanız” düşünce baloncuğu ortaya çıkıyor. Gözlemlerimden yola çıkarak cevap veriyorum; bir defa biz bıraktığımızda bunun olabileceğini görüp her fırsatta talep ediyor. Yani küçük patika yarın ana yol oluyor. Hem her sabah yenilenen kuralın aslında gerçekten o kadar kural olmadığını değerlendiriyor. Neyse her koşulda zor, yani daha rahat olmasını isterdim. Bazı sabahlar neyin zor olduğuna karar veremiyorum.
Sonuç olarak bunları sadece ben yaşamıyorumdur. Yapabildiklerime odaklanmalıyım. Beklediğim gibi olmuyor diye bu denli sarsılmamalı düzeltme için beni geren asıl noktayı bulmalıyım. Biraz rahatlamalıyım… Ve üzgün anneyi severek rahatlatıyorum…
– İşin çok stresli (kimin stresli değil ki büyük şehirde yaşamak bile stresli) ve yorucu biliyorum ama lütfen biraz daha sakin.
– Yorgunsun, hele çıkış saatinin üstüne trafiği koyarak eve gittiğinde bitik olduğunu da biliyorum ama seni evde bekleyen heyecanlı iki çift göz var. Ha gayret biraz daha enerji.
– Hayat ve annelik toz pembe değil (bilmeyen yoktur, bu laf 2 çocuklu ünlü bir annenin) ama yeteri kadar renkli. Hele senin gibi masallara inanan bir kadın için rengarenk. Daha fazla eğlen.
– Herşey harika olmayıversin, dökülene saçılana sırtını dönmeyi öğrendin biraz daha esne ki ayağına takılanların üstünden atlayarak geç, söylenerek değil.
– Ve yine biliyorum kuzun hızla büyürken onun yanında olamayıp kaçırdıklarını düşünüp duruyorsun. Bunu kabullen, kaçırdıklarına değil, şahit olacaklarına odaklan.
– Derin nefes al ve sahip olduğun muhteşem şeyleri hatırla. Buralarda bir check-list tablosu yok. Sen her halinle mükemmel, yeterli bir annesin.
– Tatsızlıklar mutlaka olur, bu sevginizi etkilemez.
– O günün en iyisini yapmaya devam. Her gün aynı olamaz, bunun becermekle ilgisi yok.
– Mümkün olduğunca diğer annelerle bir araya gel ki o dünyanın raconlarını, cilvelerini kulaklarınla da duy. Paylaşmak hem güzel, hem de rahatlatıcıdır.
Son… Anneler oley, anneler oley, anneler oleeeeyyyy…