loading...
Zamanımı kaybettim hükümsüzdür.
Son günlerde mecburiyetlerim haricinde zamanı takmadan yaşıyorum. Zamanı kaybedene kadar onun arkasından koşuyor gibi hissediyordum, dahası; konu ne olursa olsun temel önceliğim dakik-sözünü tutan olmakmış gibi davranıyordum. Kısaca ben zamana sarıldıkça o da bana sarıyordu. Neden hep aynı konularda geriliyorum, ortak noktası nedir diye düşündüm. Sabahları uyandırma, devamında kuzumu servise yetiştirme, randevu saatleri. Evet tik tak diye hiç durmadan çınlıyordu dakikalar kulağımda.
Yani ben de günlük koşturmacalarda veya acelesi olduğunda “şu saate şurada olmalıyız, şu saate kalkmalıyız, hadi hadi” demek zorunda hisseden ebeveynlerdendim. Ayaklı çalar saat gibiydim. Okula hazırlanırken zamanı, kolumdan hiç çıkartmadığım ve ağırlığına vücudumun parçası gibi alıştığım saatime bakarak takip ettiğim bir gün; “oley daha 20 dakika var”, tekrar bakıp “vay be ne kadar da hızlıyız hala zamanımız var”, üç beş dakikada dışarıda oyalansa mıydık? Derken, gözüm duvardan bize el sallayan kırmızı saate takıldı. Kısa süreli şoktan sonra anladım ki aslında kol saatim ciddi şekilde geri kalmıştı ve bizim servis çoktan gelmişti. Nasıl koşturduğumuzu tahmin bile edemezsiniz. Bu olaydan öğrendiğim şey yeni bir saat almam gerektiği değildi elbette. Her an tikli gibi saate bakmamanın nasıl da rahatlatıcı ve arayıp ‘yetişemiyoruz veya bekleyin’ demenin dünyanın sonu olmadığıydı.
Çok sık duyarız sohbetlerde; zaman çok çabuk geçiyor, bir bakmışsın akşam olmuş, ne çabuk hafta bitti, birkaç ay derken kaç yıl olmuş görüşmeyeli gibi sitemleri.
Bir sabah yağmur sonrasıydı, bir programa yetişecektik. Geçmiş zaman hatırlamıyorum şimdi… Elinden tutmuş hem yürüyüp hem de dikkatini bana vermesi için ona bir şeyler anlatıyordum. Derken ben önde o geride kolu aramızda ip çekme oyunu gibi gergin kalakaldık. Neden beni geriye çekmeye çalışıp direniyordu?. O çekti, ben çektim, çok sonra yerdeki küçücük sümüklü böceğe bakmak istediğini anladım. Eğildik baktık, inceledik derken daha iki adım gitmiştik ki bu sefer bol yapraklı duvar sarmaşıkların arasına daldı, bir adım daha, yerde düşürülmüş tel toka ve neredeyse yirmi dakikadır ilerleme kaydedememiştik. Bu çocuk neden yürümüyordu, üstelik ‘hadi kuzucum’ hatırlatmalarıyla…
Daha yola çıkmadan geç kalmış ve açıkça yorulmuştum. Yok yok burnumdan soluma aşamasındaydım. Çünkü geç kalmaktan hoşlanmayan birisi olarak bir taraftan küçük kuzumun meraklı araştırmalarına ket vurmak, diğer taraftan da geç kalmayla ilgili arkadaş yorumu duymak istemiyordum.
Saat olayından sonra çocuklardan zamanın anlamını, ve madem zaman diye bir şey tutturmuşuz o halde onu gerçekte nasıl kullanmak gerektiğini öğrendim. Koşmadan, yaşayarak.
İş hayatında yerli yersiz kullanıldığı için benim bile sinir olduğum “acil, acele et, hadi, çabuk, biraz daha hızlı” gibi kelimeleri bir süredir günlük yaşantımda kullanmamaya dikkat ediyorum.
Sonuç; zamanı sadece takip etmeye odaklanmıyorum. Zamanı insanlar koyuyor, yetişkinler yönetiyor ve çocukları da bu duruma yetişkin kurallarıyla dahil ediyor onları geriyor, meraklarını erteletiyor, bölüyor ve hatta bastırıyor. Onlar yavaş değiller, küçük büyük her şeyin farkındalar. Dikkatini çeken şeyi hemen incelemeye alıyor, üşenmiyor ve bundan zevk alıyor.
1 Nisan günü kuzum şaka olarak evdeki duvar saatini ileri almıştı. Böylece ben sabah olunca büyük bir telaşla “eyvah geç kaldık” diyecektim ve koşturma başlayacaktı. Nasıl göründüğüm ortadaydı. Eskiden olsaydı gerçekten gerilir, hatta espriyi bile atlayabilirdim. Zamanla olan ilişkimi kendi irademle değil, tesadüfen farketmiştim ve odalar arası komik koşturmacamı yaparak hepimizi güldürmüştüm.
Son olarak; kızım ve babası servis çıkışı veya sabahları yağmurlu havalarda oluklardan akan suda yaprak yüzdürüyorlar. Artık ben de oyunlarının parçasıyım ve yok böyle bir zevk. Acayip eğlenceli. Ben başka bir çocuk olsaydım öyle oynayan kim olursa olsun imrenirdim. Yetişkin çocuklar ve geçmişi yaşama lüksünü onlara yaşatan çocukları.
Zamana bekçilik eden anne olmadan, zamana arada ve çaktırmadan göz atarak da işler yolunda.
Ailenizle her anın keyfini çıkartın.
Sevgiler:)
Çocukların zamanı yoktur,