loading...
Bahçemizde oyun oynarken yerlerde küçük kızımın tanımıyla “hiç kıpırdamayan” karıncalarımız vardı. Ayrıca Caillou’nun bir bölümünde karşımıza çıkmıştı bu konu. Parkta babasıyla yürüyüş yaparken yerde yatan ölü kuşu sorar Caillou. Baba da kuşun yaşlandığı için öldüğünü söyler. Eve dönen Caillou’nun dikkatini yaşla ilgili konular çeker. Rosie bir yaş daha büyümüş/yaşlanmıştır, büyükbabası, ailesi derken Caillou üzülmeye başlar. Bunu farkeden ailesi üzüntünün kaynağını öğrenir, yaşlanmak ve dolayısıyla kaybetmek hakkında konuşarak onu rahatlatır.
Aynı konu kızımın babasıyla dinozorlar hakkında birşeyler seyrederken “baba dinozorlar nerede” sorusuyla bizim evde devam etmiş. Babası kısaca onların artık olmadığını söyler. Soru: Peki neredeler? Cevap: Kıvranan baba artık kemiklerinin olduğunu isterse müzeye gidip görebileceğimizi belirtir. Fakat kapanması beklenen konu iyice yayılır. Soru: Peki ama neredeler? Cevap: artık yoklar ama çok mutlu yaşadılar… Soru: burda değillerse oldukları yerde nasıllar? Cevap: mutlular… Ve kafa karışıklığı: “O kemikleri almasınlar, başka dinozorlar alsın içine koysun”.
O hafta kızım açısından konuya odaklanma bitmek bilmez; Komşumuzun oğlunun tuttuğu olta balıklarını “anneyle temizleyeceğiz” diyerek bekletip akşama kadar heyecan yapmış. O akşam birlikte ayıklamaya başladık, poşetten aldığı balığı bana veriyor ben de temizleyip sepede atıyorum ve sürekli farklı konularda sohbet etmeye çalışıyorum. Ancak kuzucuk tam tersi “anne balık elimde ama kıpırdamıyor neden, anne balığın gözü de kıpırdamıyor, anne bak (parmak balığın ağzında) balık beni ısırmıyor neden gibi sorularla benim dikkatimi dağıtmayı başarıyor. Sonunda babası kuzunun odasında kurduğu oyuna çağırarak yardımıma yetişiyor. Ölü balık konusunda cevaplarımı beceriksizce ve kendimi dolamadan vermeye çalışmıştım. “balıklar ölü çünkü biz yiyelim” demesek de de başarılı olduğumu da söyleyemem… Cümlelerin küçükler için ne denli önemli olduğuna unutamadığım net bir örnek; Arkadaşımın kızı Defne yaşındayken yine böyle annesiyle yemek hakkında sohbet ediyormuş. Etlerin nereden geldiğinden başlayan sohbet oradan oraya atlaya zıplaya giderken anne soru bombardımanından birine yaklaşık olarak “biz yiyelim” diye cevap vermiş. Kuzucuk bir anda et ve ilgili herşeyi yemeyi reddetmiş. Çünkü kuzucuk tabakta ki tüm etlerin sevdiği ve arkadaşım dediği çiftlik hayvanları olduğunu düşünmeye başlamış. “ben arkadaşlarımı yemem, tabağımdakinin arkadaşım olmadığını nereden bileceğim, onun annesi kardeşleri üzülür” şeklinde büyükleri bile mat eden açıklamalar yapmış. Özellikle büyüme çağındaki küçüğün et ve süt ürünü yemeyi redetmesi anneyi baya telaşlandırmıştı. O yüzden aman haaaaa “güzel inekler, tavuklar biz onları pişirip yiyelim diye varlar, çiftçiler de onları bunun için besleyip kasapta kesiyor” gibi mantıksal cevaplardan uzak durmakta fayda var.
Neyse devam edersek eğer kızım ölüm lafıyla tanıştıktan sonra “Anneyle baba ben büyüdüğümde siz yanımda olacak mısınız?” diye sık sık sormaya başlamıştı. İşte bu soru onun kaybetmekle ilgili endişelerini ortaya koyan net bir göstergeydi.
Biliyoruz ki ölüm, inanç, cinsellik gibi konulara yaşı itibariyle sadece sorduğu kadar ve kısa cevaplar vermeli, konuyu derinleşmeye devam ederse de ve yaşı açıklamamızı anlamayacağı kadar küçükse farkettirmeden başka noktaya yönlendirerek dikkatini dağıtmalıyız. Ancak herşey yazıldığı kadar kolay olmuyor. Eşim panikle kızımız ölüm hakkında sorular sorup duruyor” diye geldiğinde bende aynı merakla o konuya nasıl geldiklerini sordum 🙂 Ah şu dinozorlar… Araştırma yapıp nasıl davranacağımızı öğrenelim. Okul öncesi öğretmeni ve anne olan halamızı aradık ve meraklı yeğeninin ölümle ilgili soruları olduğunu ne yapmamız gerektiğini sorduk.
Öncelikle bu sorular için daha çok küçük (sorular geldiğinde 3 yaş civarındaydı). Normalde 6-7 yaşlarında sorması gerekiyordu dedi. Mümkün olduğunca kısa cevaplarla kafasını karıştırmadan konuyu dağıtın önerisi geldi. Hımm mesele onca kelime dağarcığımızda o yuvarlak ve yeterli cevapların bir türlü bulunamaması…
Ölüm hakkında konuşmak, ölüm haberi nasıl verilmeli, mezarlık ziyaretleri ne zaman olmalı, mezarlık ziyaretinde nelere dikkat edilmeli gibi hayatın içinden ama travmatik konu başlıklarına cevap bulmak için birkaç kaynak karıştırdım.
Sevdiğini/tanıdığını kaybetmek yetişkin için bile zorken bunu küçük bir çocuğa anlatmak nasıl kolay olsun ki. Fakat kesinlikle bunun saklanmaması tavsiye edilmekte. A / B / C kişi çok hasta oldu, iyileşemedi ve malesef öldü, o artık bizimle yanımızda değil. Çok hasta kısmı özellikle vurgulanmalı ki çocuk ileride her hastalanan yakının öleceğinden endişe etmesin. Geri gelmeyeceği de özellikle belirtilmeli zaten küçük çocuklar ne zaman geri geleceği hakkında çok sık soru sorabiliyorlar.
Kaybedilen kişinin gittiği yer hakkında bilgi verirken inanca göre cevaplanabilir. Fakat “Allah babanı/anneni/dedeni çok sevdiği için yanına aldı” gibi bir yaklaşım onu çok sevilmek hakkında endişelendirebilir.
Çocuklar belirsizliklerden hoşlanmazlar ister en sevdiği kişi hakkında olsun ister beslediği küçük canlı hakkında. Her koşulda durumu dürüst ama doğru cümlelerle açıklamak ileride konuyla ilgili değişik hikayeler uydurmayı engelleyecektir. Kızımın iki tane kaplumbağası vardı ve babaannemize bırakmıştık. Bir sonraki ziyaretimiz de kaplumbağanın birinin öldüğünü söyleyen babaannemiz endişeyle “şimdi bunu nasıl söyleyeceğiz ona” dedi. Konuşmanın üzerine gelen kızım koşar adımlarla kaplumbağalarının yanına gitti ve tabi ki “aaaa kaplumbağamın diğeri yok, istiyoruuuuum istiyoruuuuum” oldu. İki saniye de gözyaşlarına boğuldu. Hala’mızın 10 yaşındaki oğlu üzmemek için tatlılıkla “ kaplumbağan bir yere kadar gitti birkaç güne gelir” dediğinde hemen düzelttim açıklamayı. “Kuzucum, kaplumbağan çok hasta oldu ve öldü. Malesef geri gelmeyecek. Ne bugün ne de yakın zamanda.” Sonra çaktırmadan kendi sohbetime geri dönerek ona zaman verdim. Dürüst olmak gerek fakat saptamalarda bulunmamalıyız. Yemek yemediği için, sözümüzü dinlemeyip kafesinden çıktığı için, şunu-bunu yapmadığı için gibi yanıltıcı saptamalarda bulunmaktan kaçınmalıyız. Özellikle sahip olduğu hayvanı öldüğünde uykuya daldı gibi açıklamalar çocuğun uykuyla ilgili “uyursam ölürüm, ailem uyursa bir daha uyanamayabilir” gibi gereksiz korkulara kapılmasına veya ölenin bir zaman sonra geri geleceği/uykudan uyanacağı beklentisine yol açabilirmiş. Zor olsa da basitçe birini kaybetmenin üzücü olduğunu, onu artık göremeyeceğimizi söyleyebiliriz. 2-3 yaşındaki çok küçük çocuklar basit açıklamaları bile anlayamayacaktır. Gerekirse ölenin (hayvan sohbetlerinde çok olur) yemeğe, uykuya ihtiyacı olmayacağı çok uzatmadan eklenebilir.
Biraz daha büyük çocuk ölen kişinin nerede olduğunu soruyorsa mezarlık denen güvenli bir yerde olduğu belirtilebilir. Önemli olan, anlattılanların zaten canlandırmaya müsait olan çocuğun kafasında ayrıca yanlış canlandırmaya yol açmayacak basitlikte olması. Çocuklar duyduklarına farklı anlamlar yükleyebilmektedirler bu yüzden yoruma açık olmadan sadece ölen kişinin cenette gideceği ve geri dönemeyeceği net olarak belirtilmeli (Yeğenim küçükken cenettin istenildiğinde gidip gelinecek bir yer olup olmadığını sormuştu). Çocuğunuzun ölümle ilgili yanlış fikirleri varsa bunu sohbetle tesbit edip o yanlışı düzeltmek gerek.
Çocuğa ölen yakının haberi verilir ve durum basitçe de açıklanır. Yakının eşyalarının toplanıp kaldırılmasını izlemesi bu ayrılığın net olduğunu anlamasına yardımcı olabilir. Süreç birlikte yaşandığında kaybın kabullenmesi biraz daha kolay olabilir. Uzmanlar bundan sonra ona kendi acısını yaşaması ve yasını tutması için zaman tanınması gerektiğini ancak bu sürenin çok uzatılmamasını öneriyor. Okula bir hafta sonra gitmesi gerektiği, evdeki kaybedilen yakından önceki düzenin aynen devam etmesi gerektiği de vurgulanıyor. Çocuklar bu tür durumları bir süre reddetme, hiçbirşey olmamış gibi davranma eğilimindedir. Oyun oynamaya devam edebilir, hiç ağlamadığında onun üzülmediği veya haberden hiç etkilenmediği anlamına gelmemektedir. Bunun için suçlanmamalı. “şu hale bak bizim evde yas varken sen hala oyun oynuyorsun” tarzı. Aslında bu suçlamanın ne küçük ne de büyük birine yapılmaması gerekmektedir. Üniversitede tanıştığım ve çok sevdiğim arkadaşımın babası trafik kazasında vefat etmişti. Canım benim seneler sonra en büyük sitemi halalarına olmuştu. “beni babamı kaybettiğim için hiç etkilenmediğim, bir damla bile göz yaşı dökmediğim için suçlamışlardı. Oysa ben annemin yanından uzaklaşıp sokaklarda ağlayıp eve dönüyordum” demişti. Yine aynı arkadaşım babasını kaybetmesinden seneler önce de gece odalarının kapısında durup annesiyle babasının nefes alışlarını dinlediğini söylemişti. Onlara olan bağlılığıyla yaşadığı şoku tahmin etmek bile zor. Çocuklar da yetişkinler gibi en yakınlarını kaybettiğinde yas tutabilir (6 ay kadar), kendi savunma sürecinde konuyu geriye iter, susar, yok sayarak üzerinde konuşmayabilir, dile getirmez.
Çocuk üzülmesin diye evden uzaklaştırılmamalı, bunun yerine çocuğun sevdiği bir yakın gelerek çocuğun yanlız kalması engellenmeli. Böyle pediatrik travmalarda suçluluk duygusu, uykusuzluk, yemek yememe, sürekli ağlama gibi dışa vurumlar olabilir. Bu süreçte çocuğa yeterli ilgi gösterilmeli, güven konusunda da yanlız kalmayacağına inandırılması gerekebilir. Geceleri büyükle uyumak istediğinde onun yatağına gidilerek, eli tutularak ihtiyacı olan yakınlık/sevgi/güven verilebilir. Ancak küçük yatağa davet edilmemeli. Çünkü ufaklık kendini kaybettiği ebeveynin yerine geçmiş gibi hissetmemeli ve hatta “baban artık bizimle değil, evin erkeği sensin” gibi sıkça duyulan çok büyük sorumluluk yüklemeleri yapılmamalı. Kaybedilen kişi birlikte sevgiyle anılmalı. “hatırlıyor musun annen/baban vb birlikte parkta şöyle yapmıştınız” gibi… Çocuğa kayıptan sonra arayı kapatma çabasıyla ekstra ilgi, normal üstü tolerans göstermemeli.Var olan disiplinin devamı onun kendini dünyası açısından güvende hissetmesine yardımcı olacaktır. Çocuklar evde olan iyi şeylerin kaynağı olarak kendilerini gördükleri gibi kötü şeylerin kaynağı olarakta kendilerini görebilmektedir. Kafaları “… kişi geçen gün ona kızdığım için mi, benim yüzümden mi öldü” acaba diye düşünmeye meyillidir. Duyduğu sözleri kendine mal ederek yorumlaması da bu sebeple olabiliyor. Kolay olmasa da çocuğun şahit olacağı şekilde ağlama krizlerine girilmemeli. Çocuk güvendiği ebebeyni de kaybedeceği korkusuna kapılabilir, eğer annem/babam vb de ağlıyorsa gerçekten korkmam gerek diyebilir. Çocuğunuz ciddi şekilde ve uzun süre içine kapandıysa, konuşma veya davranış bozukluğu yaşamaya başladıysa mutlak bir uzmandan destek alınmalı. Eğer toparlanamıyorsa yetişkininde yardım alması faydalı olacaktır.
Büyüme çağında annesinin hastalanmalarına şahit olmuş bir çocuk olarak en büyük korkum ailemden birini kaybetmekti. Düşüncesi bile kalbimi gümbür gümbür attırıyordu. Nefes alamayacak gibi olduğum her günün akşamı evde toplandığımızda bir arada olduğumuz için inanılmaz şekilde rahatlıyordum. Bu kaybetme korkusu beni öyle sarmıştı ki içine kapanık asosyaldim. Çevremdekilere ayak uydurmaya çalışsam da olmuyordu. Zihnimi ancak resim yaparken özgür bırakabiliyordum. Daha sonra bu endişemden uzaklaşabilmiştim. O yüzden içinizde biriktirmeyin sohbet edin, çocuğunuzun ve kendinizin iyi hissedeceği ortamlar yaratın. Anlaştığı kuzenler, arkadaşlar ona da size de iyi gelecektir.
Bir diğer zor konu da küçük çocukla ilk mezarlık ziyareti ne zaman yapılmalı.
Yıllar önce bir yerde okumuştum. Bir çocuk 7 yaşına geldiğinde inandığınız dinin kurumuna, mezarlığa ve müzeye gitmiş olmalı diye. Yedi yaş gerçekle sanal farkının algılandığı bir dönem. Yeğenimi 7 yaşından daha küçükken durumu anlatarak mezarlık ziyaretine götürmüşler ve çocuğun verdiği ilk tepki mezar taşlarını kastederek “neden bu taşları buraya ekmişler” olmuştu. Onun gördüğüyle gerçekliğin karışımı buruk bir cümle.
Televizyonda özellikle cenaze törenlerinde tabutun başında feryatla ağlayan eş, anne görüntüleri seyredenin bile ağlamasına neden oluyor. Kayıplarının acısını onlarla birlikte hissedip üzülür, seslerin, görüntülerin ve bayılma sahnelerinden sonra acının üstesinden nasıl geleceğini hep düşünürüm. Oradaki küçüklere daha çok üzülürüm. İnsanın annesinin babasının öyle ağladığını görmesi kolay kabul edilesi birşey olmuyor. Gözyaşı öyle içten gelen birşey ki sevinçten de olsa üzüntüden de yakınlarındakini kendi seline katıyor. İşte mezarlık ortamı böyle olacaksa çocuğunuzu vedalaşması için daha sonra getirmelisiniz. Eğer tören sırasında beklenmedik dozda duygu yoğunluğu olursa çocuğunuz bundan etkilenecektir. Bu durumlarda küçüğü uzaklaştıracak birileri olmalı. Eşimin amcası hastalandı ve vefat etti. Annesi olan babaannemizin (ki 100 yaşına yakın) oğluna son bir kez bakmak için yüzünü açtırması ve göşyaşlarına boğulması herkesi derinden sarsmıştı, güçlü gibi ayakta duranlar bile çözülmüştü. Bu sebeple küçüklerin kefenin açılması, tabutun mezarlığa indirmesi gibi bölümlere büyüğün kontrolünde şahit olmalı. Eğer herkesle törene katılmayacaksa onun da kaybettiğiyle vedalaşmasını sağlayacak bir tören yapılması iyi olacaktır.
Vefat, kaybetmek malesef üzerinde koşmakta çok zorlandığım bir konudur. Hani doğum tebriklerinde sık sık duyarız “Allah uzun ömür versin, analı babalı büyümeyi nasip etsin” diye. Çok anlamlı bir temenni. Dileğim vakitsiz acıların yaşanmaması. Acılarımızda da sabır ve gücün hepimizin yanında olması.
Ölüm Haberi ve Çocuk,