loading...
“Suret siratin aynasıdır. Bunun ne derece doğru olduğu bilinemez. Yalnız bilinen bir şey varsa ahlâktan çok sanatın buna inanmış olmasıdır.”
Siret Köken: Ar. 1. Bir kimsenin ahlakı, karakteri, kişiliği, davranışı. 2. Gidiş, tarz.
Canan’ım Cumartesi günü saat 1’de Pera Müze’sindeki “Suretin Sireti” isimli sergisine mutlaka gelin davetinde bulundu. Devamında da “Osman Hamdi” sergisini de gezebiliriz diye ekledi. Canım benim görüşeceğimiz için öyle heyecanlıydı ki Cuma gecesi geldiğimizi teyid etmek için de tekrar aradı.
Aşırı sıcak havaların normale dönüp soğumasıyla kışın geldiğine sevindik (sağlıklı bir gelecek için mevsimler kendileri gibi olmalı) Havaların soğumasıyla kuzumuzu üşüteceğiz korkusu başladı. Ancak sergiye gitmeyi öyle çok istiyorduk ku her türlü soğuğa tamam diyecektik. Sabah kalkar kalkmaz Defne’ye gideceğimiz yer hakkında bilgi vermeye başladık. Resim sergisine gitme fikri hoşuna gittiği için “selgiyeeee gidiyoooluuuuuz, selgiyeeee gidiyoooluuuuuz” diye kendince şarkılar uydurup evde koşturmaya başladı. Son zamanlardaki “saçımı topla, beğenmedim, daha çok toka tak, oooooo yine beğenmedim” lere bir de “bunu giymem okulda giymiştim, o taytı sevmiyorum, pembe benekli yağmurluk istiyorum, o kazak olmaz ve bu ayakkabıyı istiyoruuuuuum “lar da eklenince evden sinir zıplaması olmadan çıkamayacağımızı düşünmüştük. Neyse evdeki mini bir fırtınayla arabaya binebilmiştik.
Müzeye girdiğimde ortaya çıkan acayip bir heyecan oluyor bende. Sihirli dünyaya adım atarken, gözlerim şahitlik edeceğim o döneme girmemi sağlayacak gizli bir kapı keşfedecekmiş gibi merakla dolaşıyor etrafta. Beş katlı müzenin en tepesinden başladık gezimize. Ağzımız kulaklarımızdaydı…
Eşimin çocukluk hayali gerçekleşmeyince yoğun bir yetişkin ilgisine dönüşen arkeoloji, yansıttıklarıyla ister resim, ister heykel ister se kitap olsun onu kendinden geçiren dakikaların kaynağı oluyor. Hatta fotoğrafa merak kaynağı da tarihi eserlerin cazibesidir…
Güray özellikle Osman Hamdi’nin bürokrat, arkeolog, ressam özelliklerinin hepsine “adam dehaymış” diyerek hayran olmasının yanında o dönemin arkeolojik kazılarını belgeleyen fotoğraflara dakikalarca bakıp, bizi arkasında bırakacak kadar konsantre bir şekilde her birinin içine dalıp dalıp gitti.
Hepsi çok çok kıymetli çalışmalardan özellikle Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” ve “Âb-ı Hayat Çeşmesi, (1904)” şahaserinin önünde dakikalarca kalmaktan kendimi alamadım. Bu tarz değerli eserlere yakından bakabilmek benim için hayallerimi süsleyen bir ünlüyle tanışma fırsatı bulmak gibi. Tabi hayran olduğum ünlülerim üzerine atlayamayacağım türlerden. Hatta parmaklarımı haffifçe dokundurmak ve hayranlığımı fısıldamak istesem de bunlar mümkün olmuyor. Neyse gerçekten çok mutlu oldum eserlere o kadar yaklaşabildiğim için.
Kuzumla ilgili küçük bir anekdot paylaşmak istiyorum.
Sergi salonu binanın yapısı gereği ortada giriş ve asansörlerin olduğu bölümün etrafını çevreleyerek kurulmuş. O köşelerden birini döner dönmez Fikret Mualla’nın iki tablosuyla karşılaşınca eşimle sürprizle karşılaşmış iki çocuk gibi ağzımız açık aynı anda “aaaa baksana Fikret Mualla resimleri” deyiverdik. Sadece birkaç saniye geçmiştiki “aaaa baksanıza sümüüüüük” diye arka arkaya tekrar eden bir bidik sesle irkilip kafalarımızı aşağıya indirdik ve minik parmağını havaya kaldırıp kendi sanat eserini bize göstermeye çalışan bir şaşkınla karşılaştık. Apar topar mendil çıkartılıp konuya müdahale edildi ancak üzülerek itiraf ediyorum zihnimiz artık Fikret Mualla= Mümük diye bir ikiliye sahip oldu. Sanırım kuzumuzun bu sunumunu heyecanlı ve yüksek sesle tekrarı sayesinde duymayan da kalmamıştır. Beklenmeyen şov:)
Kucağımda taşırken yoyulduuuum diye şikayet eden kuzuyu yanımda taşıdığım üzümlü şekerleme ile bir süre idare ettik. Bir ara da resimlerde saklanmış abi, abla veya hayvanları bulma oyunu oynadık. Böyle yerlere giderken yanınızda mutlak gidip gelerek sizden almasını sağlayacak, kuru/kırıntı olmayacak ama enerji verecek birşeyler olmalı.
Her katta farklı komiklikleri, “çişim geldiii” diye salonu inletmesi ve herkesle yaptığı bıcırık sohbetlerle dinlendirici Pera Cafe bölümüne gelmiştik. Kendimizi rahat koltuklarına muhteşem klasik müzik eşliğinde atıverdik. Herkesin zevkine göre mamalarla enerji topladık ve Defne’miz sıkıldım arıza sinyalleriyle bizi uyarmaya başlayana kadar ailecek dışarı çıkıp keyif almanın tadını sindirdik. Devamında hatıra niteliğindeki ürünlerin olduğu alışveriş noktasına gittik.
Burada da komik bir süreç yaşandı.
Kendime üzerinde tablodan kesit basılmış mousepad hediye ettiğimde yanımıza tatlı bir abla (Defne için abla, bizim için genç kız) yaklaşıp kuzuya selam verdi.
Bir süre sohbetten sonra “Anneee Hazal benim arkadaşım sen kendi iş yerindeki arkadaşlarınla konuş” şeklinde uyarı aldım. “Annem kendine CD aldı, biz onu bilbisayara takıcaz” sohbetinin üzerine Hazal ablasına seçtirdiği bir CD’de kuzumun hediyesi oldu. CD’yi dinledikçe bizi hatırla ablası, biz de seni hatırlarız. “emin olun unutmayacağım bu konuşmaları” dedi ablası.
Müzedeki tüm görevliler çok güleryüzlüydü, ziyaretçiler de sessizce serginin tadını çıkartıyorlardı. Canan’ımla kısacıkta olsa görüşebildik. Ancak sayesinde küçük suretle birlikte harika bir gün geçirmiş olduk.
Böyle kıymetli eserleri paylaşan, sunan, duyuran, emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Not: Müze dahilinde minikler için de güzel etkinlikler var. Sitesinden takip etmekte fayda olabilir:) http://www.peramuzesi.org.tr/etkinlikler