loading...
Annenin koşullu iletişimi.
Mağazada ürünlerle ilgilenen annenin elinde büyük bir oyuncak araba vardı. Oyuncağın mavi/sarı albenili renkleri mağazadaki her şeyin önüne geçiyor, insanın gözü gerçek sahibini arıyordu. Sonra annesini bekleyen 3 yaşlarındaki küçük çocuk, arabasını işaret ederek binmek istediğini söyledi. O sırada kasada ödeme yapan anne arabaya ikinci katta binebileceğini söyledi ve ekledi “ama Caner, eğer beni üzersen arabayı vermem”.
Varlığını oyuncak sayesinde anladığım sessiz çocuktan önce ben şaşkınlıkla sordum kendime; ne tip bir yaramazlıktır kastın annesi?
Ve önden bu ayara gerek var mıydı? Henüz olmayan yaramazlık için oyuncaktan men etme cezası duruma uygun muydu?
Ayrıca çocuk açısından bakarsak; doğal hakkı olan oyun için anneyi mutlu etmek gerektiğini düşünmez mi?.
Üstüne kendini de üzüntü kaynağı görmüş olmaz mı?.
Ceza değil bedel
Bedel; işin kendi özünde saklı, konuyla ilişkili ve davranışın doğal sonucu olarak ortaya çın diye tarif ediliyor. Böylece davranışlarının bedeli çocuğa ait oluyor. Ama bedel çocuğu aşmamalı deniliyor. Örneğin; çocuk eve gelen arkadaşıyla oyuncaklarını paylaşmak istemiyor. Anne baba da kendi (büyük) arkadaşlarına mahcup olup kızgın hissettiğinden çocuğa günlerce oynamama yasağı geliyor. (Paylaşmayı öğrenene kadar dendiğini duymuşluğum var) verilen şey ceza olur, hem de alakasızdır. Ya da küçük çocuğun servise 10 dk içinde hazırlanmasını beklemek ne gerçekçi ne de adildir. Beklenti yaşına uygun mu diye bakmalı. Çünkü bazen çok bilmiş halleri herşeyi bilecekmiş gibi gelir insana. Süre, sorumluluk mantıklı olmalı, ihtiyaca göre gerekli düzenleme yapmalı.
Bedel ceza ayrımı kendi içimde uzun süre kavrayamamıştım. Ne bedel, ne ceza olmuştum…
Okul servisine geç kalan çocuklar hakkında ne yapmalı, ne etmeli diye anneler konuşurken bir anda çocukluğuma gidivermiştim; Evin kuralı; okul dönüşü kıyafetler çıkartılınca yerine asılmasıydı. Abim eve girer, kıyafetlerini hareket halinde sökercesine çıkartıp, sağa sola fırlatırken bir an önce sokağa çıkmak derdinde olurdu. Sabah okula gitme saati gelir, ortalıkta kıyafetlerini ararken giyinmesini tamamlayamazdı. Yakasını bulsa, pantolonu yoktu. Dağınıklığının bedeli neydi? Aranırken okula geç kalmak ve yarım yamalak giyindiğinden öğretmenine yapacağı açıklama… Hatırlıyorum abim, her seferinde dayanamayıp imdadına yetişen annemle idare ediyordu. Ama o sabah hariç.
“şuyumu bulamıyorum, buyum nerede?” sorusuna annemin cevabı kısacıktı.
Yerine koyduysan oradadır. Ne tartışma, ne öğüt, ne başka bir şey. Bir daha “kıyafetim nerede” konuşmasını hiç duymadım.
Saate bakmazsak bedeli randevulara geç kalmak olur.
Ama bedelin sınırı fiziksel zararın, güvenliğin doğmasına asla izin vermemekten geçiyor.
Karışıklık değil tutarlılık
Her ailenin kuralları, değerleri, prensipleri vardır. İşte bu yazılı olmayan kurallar çocuğa aktarılmalı. Yani kendimizdeki değeri çocuğumuza aktarırız.
Örneğin; Arkadaşınızın eşyasını ödünç almayız!!!. İlkokulda bizimkiler akşamları sohbet ederken hazinem olan kalemliğime çaktırmadan göz atarlardı. Eğer farklı kalem, silgi vb çıkarsa sebebini sorarlardı. Benzeriyle karışıp gelmişse mutlaka öğretmene verilmek üzere geri yollanırdı. Veya asla yalan söylemeyin kuralı!. Biz de kızıma “anne babadan saklanan sır yoktur” diyoruz. Bir de ev kuralı vardır.
Çocukken ailemdeki en net kurallardan birisi saat 7’de akşam yemeğine birlikte oturulmasıydı. Oyun ne kadar tatlı olursa olsun yemeğe yetişmek için evin yolu tutulurdu. Çok nadirdi annemin “yemeeeek” diye seslenmesi. Yaz gelince “ezan bitmeden evde ol” denilerek esneklik saati bize iletilirdi. Veya her cumartesi ev/bahçe bakımını iş bölümüyle birlikte yapardık. Sofrayı ben kurdum, siz kaldırın derler…
En önemlisi aile kurallarında anne babanın birbiriyle tutarlı olması. Aynı konuda evetçi baba, hayırcı anne olursa çocuğun aklı karışır, esnek olana yönelir ve uyumsuzluk kaçınılmaz olur. Özellikle güvenliği, sağlığı gibi konulardaki kurallar ve rutinler çocuğu güvende hissettirir. Eve giriş saati sadece öylesine kısıtlayıcı unsur değildir. Yıllarca arkadaşlarımın evinde kalmak için izin istedim. Annemle babam nasıl yaparlardı anlamış değilim ama ikisi de farklı noktalarda olduğu zamanı kollayıp ansızın izin istediğimde bile… Canım babam “annene sor”, tatlı annem “babana da soralım” derdi ama hayır cevabı ortak şekilde çıkardı. Son derece dengeli ve adil…
Bir yerde okumuştum, kaynağını hatırlamıyorum ama yazmak isterim; “Kurallar; tahta köprünün iki yanındaki korkuluklar gibidir. Onlar olunca çocuk aşağı düşmekten korkmadan yürüyerek ilerler”.
Söylediğimizle yaptığımız da tutarlı olmalı. Yemekte kola isteyen çocuğuna “kola zararlı” dedikten sonra kolasından bir yudum alan babasına çocuk tepkisini yapıştırır (yaşanmıştır) “madem zararlı sen niye içiyorsun?”… veya “birbirimize bağırmayız” diyorsak ertesi gün eşimize bağırırsak olmaz. “yemeğimizi birlikte yeriz” diyorsak böyle olmalı…”dürüstlük önemli” dediğimizde arkadaşımıza nezaketende olsa kıvırma konuşmaları yapmamalıyız.
Çocuk dışarıdan aldığı aile kültürünü anladıkça ne yapıp yapmayacağını bilir hale geliyor.
Dış kontrol değil, iç kontrol
İlk kemanını kucaklayan kızım dakikalarca prova yaptı. Yüzündeki mutluluk ifadesi kalbinin yansımasıydı. Benden “hadi bir daha dene” duyduğundan değil, içinden geliyordu tekrar tekrar çalmak. İçten gelen motivasyon buydu. Verilen süreyi doldurmaya çalışmadan (en az 20 dakika çalışılacak veya 10 tekrar olacak gibi), ödülü aferin övgüsünün peşinden gitmeden veya çalışmazsa öğretmenine/ailesine yapacağı açıklama endişesini yaşamadan düşünmeden sadece öğrenme hazzına odaklanmıştı. Kısaca dışarıdan değil, içeriden geliyordu yakıt. Ve bu içten yanma motorun gücü gözlere gerçek pırıltı olarak yansıyordu.
Anne-baba çocuğu kendi uzantısı, referansı veya projesi gibi görebiliyor. Çocuk büyütmek böylesi zorluyken emek, sonuç ilişkisine kapılabiliyor…Çocuklar aileleri için avukat, doktor olmasın!.. övgü için çalışmasın veya araya sıkışarak günü geçiştirmesin. Ortamında kendi en iyisini keyifle yaşasın.
Övgü, yıldızlar dış kontrolün maskeli halleri. Çocuğu anne-baba veya öğretmene yani dışarıya bağımlı kılıyor. Zamanla yaptığı işe övgü geliyorsa çocuk mutlu, “olmamış güzel değil” deniliyorsa mutsuz oluyor. Örneğin yeni öğrendiği ters taklayı gösteren çocuk hareket bittiğinde annesinin gözünün içine bakıyor ve alıştığı yorumu almayınca endişeyle “kötü mü oldu?” diyor. Neden böyle düşündüğü sorulduğunda “çünkü aferin demedin” diyor.
Övmeye çakinir olduk. Elbette övgü olacak ama “aferin, bravo, süpersin, muhteşemsin” cümlelerinin havada uçuştuğu kuru övgüden ziyade değerlendirme üç şekilde yapılınca faydaya dönüşür.
1- Geri bildirimle
2- Tanıklık Sistemiyle
3- İlgi sorularıyla
Cümle içinde kullanırsak;
– Aferin, boyamayı sınırların içinde taşırmadan yaptın = Geri bildirimle
– Aferin, saatlerdir uğraşıyorsun çok emek verdin = Tanıklık ettiğini gösteren değerledirme ile
– Aferin. Peki burada ne anlatmaya çalışıyorsun?= İlgi soruları. Çocuk zaten anında anlatmaya başlıyor.
Çok önemli bir cümleyi zihnime kazıdığım…
“Yaptığı işi kendisi değerlendirebilen ve kendi değerlendirmesine önem veren başarılı olur.”
“Başkalarının değerlendirmesine bağımlı olanlar her zaman dıştan onay aldıkça mutlu olur.” Veya tersi…
Tabi ki çocuk yaşı itibariyle her zaman kendisi değerlendiremez. Çizdiği resimle gelip “anne bak, nasıl olmuş” sorusuna örneğin “sıcak ve soğuk renkleri ne güzel kullanmışsın” tarzında cevap verilirse anlamlı olur.
Daha neler neler konuşulur çocuklarla doğru iletişim hakkında. Her geçen gün dünyamı ve ilişkileri keşfediyorum, yeni şeyler öğreniyorum. Kendime sık sık hatırlattığım şekilde toparlarsam; olumsuz davranışları, diğer çocukları, anılarımızı ve gelecek için kurgularımızı kenara bırakıp çocuğumuzun öz’üne odaklanmalı. En çok ve öncelikli ihtiyaç duyduğu şey olan sevgiyi vereceğimiz yer orası.