loading...
TED Konferasları*. Konusunda uzman kişiler farklı bakış açılarından ilham veren konuşmalar yapıyorlar. Benim için çok önemli bir kaynak. Kendimden dolayı sorup duruyordum; neden bazı insanlar diğerlerine göre daha kırılgan oluyor veya niye kırılganlık kötü gibi algılanıyor ve karşıma “kırılganlık” hakkında Brene Brown’un muhteşem paylaşımı çıkıyor. İzlediğimde çok önemli bir kilidin anahtarını bulmuş gibi mutlu olmuştum.
Kırılganlık özellikle çocuklarda hastalık gibi tarif edilebiliyor “çok alıngan, hemen üzülüyor” gibi. Ben de Brene Brown’dan aldığımla kırılganlık aynı zamanda neşenin, yaratıcılığın, sevginin ve ait olmanın kaynağı diyorum. Yani kırılganlık ve hassasiyet çok önemlidir. Arkadaşım, hassas ve utangaç kızını götürdüğü danışmanının “yavrunuzun empati duygusu çok gelişmiş, ileride çok üzülür o yüzden ona bencil olmayı öğretin” tavsiyesinde bulunduğunu söylediğinde kulaklarıma inanamamıştım. Aman diyorum çabuk üzülmeyi, kırılganlığı, içselleştirmeyi tarif ederken eksiklik, zayıflık gibi yansıtılmamalı.
Brene Brown konuyla ilgili araştırma sonuçlarını kendi deneyimleriyle birlikte hayran bırakacak tatlılıktaki dille anlatıyor. Giriş konuşmasında dışarıdan nasıl algılandığını aktardığı bölüm baya esprili. Türkçe alt yazıları düzenledim. Uzun gibi duruyor ama emin olun ayırdığınız zamana değecek. Ayrıca orijinali izlemeniz için linkini de buyurun☺
TED me 3: Kırılganlığın Gücü – The Power of Vulnerability BreneBrown
Birkaç yıl önce bir organizatörün arayıp “konuşma öncesi broşürde tanıtımını anlatım tarzından dolayı araştırmacı olarak değil de daha çok hikaye anlatıcısı olarak sunmayı planladığını” söylemiş. Kendi tanımıyla “cesaretimi ortaya çıkarmaya çalıştım. Ve düşündüm, ben bir hikaye anlatıcısıyım. Ben bir niteliksel araştırmacıyım. Hikayeleri toplarım; yaptığım bu. Belki de hikayeler ruhu olan veriden ibarettir. Ve belki ben de sadece bir hikaye anlatıcısıyım”. Ve konuşmasına devam ediyor…
Madem algının genişlemesinden söz ediyoruz konu algımı temelden genişletti. Ve yaşama, sevme, çalışma ve annelik yapma tarzımı değiştirdi. (İşte burada benim kulaklarım daha bir kabardı.) Buradan itibaren dahil olmadan aktarıyorum.
Üniversitede genç bir araştırmacıyken profesörümün bir sözü vardı.
“Bakın, eğer bir şeyi ölçemiyorsanız, öyle bir şey yoktur”
Sosyal hizmet üzerine okumuş, yüksek lisans yapmış, sosyal hizmet konusunda doktora yapmış bütün akademik kariyer boyunca hayatın karmaşık olduğunu düşünen, bunu seven bir grup insanla çevriliydim. Ben ise “hayat karmaşık, sen temizle, düzenle ve güzelce kutuya koy” türünde biriyim. Bu yüzden tam kendi yolumu buldum, beni götürecek kariyeri buldum derken… Gerçekten sosyal hizmetlerde en büyük laflardan biri çalışmanın rahatsızlığını olumlamaktır (olumlama-mantık).
Rahatsızlığı baş aşağı et ve kenara koy ve tüm A’ları al diye düşünüyordum. İşte mantram buydu. Bu konuda çok heyecanlıydım. Ve ne biliyor musunuz, bunun tam bana göre bir kariyer olduğunu düşündüm. Çünkü bazı karmaşık konularla ilgiliyim. Önemli olduğunu bildiğim bu şeylerin içlerine sızmak, onları çözmek ve herkesin görebileceği şekilde şifresini ortaya çıkarmak istiyordum.
Başlangıç noktam, bağlantı olgusuydu. Çünkü; sosyal hizmet görevlisi olarak 10 yılı doldurduğunuzda şunu fark ediyorsunuz burada olma nedenimiz bağlantı.
Hayatlarımıza amaç ve anlam veren şey bu “bağlantı” (connection). Her şey bununla ilgili. Bağlantı; bağlılık hissetme yetisi ki nörobiyolojik olarak böyle yapılandırılmışız.
Patronunuzdan bir değerlendirme alırsınız. Bir konuda çok başarılı olduğunuzu ancak bir konunun “ gelişmek için fırsat” olduğunu söyler ve sizin tek düşünebildiğiniz sadece o iyileşme fırsatıdır değil mi? Anlaşılan o ki işte benim çalışmam da böyle oldu çünkü insanlara sevgi hakkında soru sorduğunuzda size aşk acılarını anlatırlar. İnsanlara aidiyet hakkında sorduğunuzda size en dayanılmaz derecede acı veren dışlanma deneyimlerini anlatırlar. Ve insanlara bağlantı hakkında sorarsanız anlattıkları bağlantısız olmakla ilgilidir. Ben de çok hızlı bir şekilde araştırmamın 6. haftasına doğru bu isimlendirilmez şeyle karşılaştım. Anlamadığım ya da hiç görmediğim bir şekilde kesinlikle bağlantıyı çözen şey utanç. Ve utanç gerçekten bağlantısızlıktan. Ve utanç gerçekten bağlantısızlıktan korkma olarak kolayca anlaşılır.
Acaba bendeki bir şeyi diğerleri görse veya bilse bağlantıyı hak etmeyebilir miyim?
Evrensel duygu “Utanç”
Bunun hakkında söyleyebileceklerim: bu evrensel bir duygu, hepimizde var. Utanç duymayan insanlar sadece insani empati veya bağlantı kurmaya kapasitesi olmayanlardır. Kimse bu konuda konuşmak istemez ve ne kadar az konuşursanız, utancınız o kadar artar. Bu utancı destekleyen şey. “Ben yeterince iyi değilim” ki bu his hepimizin bildiği bir duygudur: “Yeterince açık değilim, yeterince ince değilim, yeterince zengin, yeterince güzel, yeterince akıllı, yeterince desteklenmiş değilim.”
Bunu destekleyen şey de “Kırılganlık”
Bağlantının olabilmesi için kendimizin görünür olmasına izin vermeliyiz. Görünür ve kırılganlık konusunda nasıl hissettiğimi biliyorsunuz. Nefret ederim. Ve bende düşündüm ki bu benim için onu cetvelimle yenmek için bir şans.
Buna bir yıl ayıracağım. Utanç duygusunun, kırılganlığın nasıl çalıştığını anlayacağım ve onun üstesinden geleceğim. Bir yılım altı yıla dönüştü. Binlerce hikayeye, yüzlerce uzun mülakata, konuşma gruplarına. Bir noktada insanlar bana gazete sayfaları ve kendi hikayelerini gönderiyorlardı altı yılda binlerce veri. Ve olaya hakim oldum. Utancın ne olduğunu, nasıl işlediğini bir nebze anladım.
Bir kitap yazdım, bir teori yayınladım ve şunu anladım.
Değerli olma duygusu güçlü olanlar, sevgi ve bağlılık hislerine sahip olanlar ve her zaman gerçekten yeterli olup olmadıklarını sorgulayanlar olarak ayırdım. Kuvvetli sevgi ve bağlılık hislerine sahip olan insanlar ile bunlar için zorlanan insanları birbirinden ayıran tek bir değişken vardı.
O da güçlü bir sevgi ve bağlılık duygusu. Sevgi ve aidiyeti hak ettiklerine inanıyorlar. Layık olduklarını düşünüyorlar. Ve bizi bağlanmaktan alıkoyan bizim bağlantıyı hak etmediğimize dair korkumuzdur.
Tüm bu insanların ortak noktası nedir?
Tema neydi? Kalıp Neydi?
Ortak nokta “Cesaret”
Ve ulaştığım sonuç şu oldu. Bu insanların ortak noktası cesaret duygusuydu.
Ve cesaret, kahramanlık arasındaki ayırıma dikkatinizi çekmek istiyorum. Cesaret, ingilizcede gerçek tarifi Latince de “cor” yani “kalp” kelimesinden geliyordu ve asıl anlamı, kendi hikayeni tüm kalbinle anlatabilmen demekti. Ve bu kişiler basitçe kusurlu olma cesaretine sahiptiler. Öncelikle kendilerine ve sonra diğerlerine yumuşak olma merhametine sahiptiler. Çünkü anlaşıldı ki eğer kendimize karşı sevecen davranmazsak diğerlerine şefkat gösteremeyiz. Ve son olarak bağlantıya sahiplerdi. Sahiciliğin sonucu olarak en zor kısmı buydu. Kendileri olabilmek için kimin gitmesi gerektiğini düşünüyorlarsa bırakmaya hazırdılar ki bağlantı için kesinlikle bunu yapmak zorundasınız. Ortak olarak sahip oldukları diğer şey şuydu; kırılganlığı tamamıyla kucaklayabiliyorlardı. Onları kırılgan yapan şeyin aynı zamanda onları güzel yaptığına inanıyorlardı. Kırılganlığın rahatlatıcı olduğuna dair konuşmuyorlardı, utançla ilgili söylendiği gibi kırılganlığın dayanılmaz derecede acı verici olduğunu da söylemiyorlardı. Sadece gerekli olduğu hakkında konuşuyorlardı. Hiç bir garantisi yokken bir şeyi yapmaya, sürüp sürmeyeceğini bilmedikleri bir ilişkiye yatırım yapmaya gönüllüydüler. Bunun gerekli olduğunu düşünüyorlardı. Ben kişisel olarak bunun ihanet olduğunu düşünüyordum ve inanamıyordum.
Bu bende bir sinirsel çöküşe neden oldu ki aslında daha çok şöyle görünüyordu (breakdown). Sonra bir terapist buldum. Diana ile ilk buluşmamızda içten kişiliklerin nasıl yaşadığına dair listemi de götürdüm ve oturdum.
Ve o dedi ki,
-Nasılsın?
Ben de
-Harika. İyiyim dedim.
– Nasıl gidiyor? dedi.
Ve ben de
– Sorun şu, zorlanıyorum. Kırılganlıkla ilgili bir meselem var. Biliyorum, kırılganlık utanç ve korkunun ve değerli olma mücadelemizin özü, ama aynı zamanda neşenin, yaratıcılığın, ait olmanın, sevginin de doğum yeri olduğu anlaşılıyor. Ve sanıyorum bir sorunum var ve yardıma ihtiyacım var”.
Biliyorsunuz bazı insanlar vardır, kırılganlığın ve hassasiyetin önemli olduğunu fark ettiklerinde teslim olur ve ona doğru giderler. Ama benim için, bir yıl süren sokak dövüşü gibiydi. Kırılganlık itti, ben geri ittim. Kavgayı kaybettim, ama muhtemelen hayatımı kazandım. Ve sonra araştırmaya döndüm gelecek bir kaç yılı içten insanların ne olduğunu, hangi seçimleri yaptıklarını ve kırılganlıkla bizim ne yaptığımızı gerçekten anlamaya çalışarak geçirdim.
Neden onunla bu kadar zorlanıyoruz?
Kırılganlık konusunda zorlanmada yalnız mıyız?
(HAYIR)
Ne öğrendiğime gelince. Kırılganlığı uyuşturuyoruz. Mesela “Kırılganlığı nasıl tarif edersiniz?. Size kırılgan hissettiren nedir?” gibi soru koyuyorum sosyal ortamda. Ve bir buçuk saat içinde 150 cevap geliyordu. Kocamdan yardım istemek zorunda kalmak, çünkü hastayım ve yeni evliyiz; kocamla sevişmek; karımla sevişmek; geri çevrilmek; birisine çıkma teklifi etmek; doktorun aramasını beklemek; biriyle yatmak; işten çıkarmak yaşadığımız dünya bu. Kırılgan bir dünyada yaşıyoruz. Ve bunula baş etmenin yollarından bir tanesi kırılganlığımızı uyuşturmak. Nasıl mı? Ülke tarihinde (Amerika) en borçlu, en obez, en bağımlı ve en fazla ilaç kullanan yetişkin topluluğuz.
Bu kırılganlık, bu kader, bu utanç, bu korku, bu hayal kırıklığı, bunları hissetmek istemiyorum diyemeyiz.
Sorun Şu,
Ve bunu araştırmamdan öğrendim. Duyguyu seçici bir şekilde uyuşturamazsınız. Şöyle diyemezsiniz. Bu kırılganlık, bu kader, bu utanç, bu korku, bu hayal kırıklığı, bunları hissetmek istemiyorum. Yani bunları uyuşturduğunuzda, neşeyi uyuştururuz. Minnettarlığı, mutluluğu uyuştururuz ve sonra perişan oluruz. Amaç ve anlam peşinde koşmaya başlarız ve sonra kırılgan hissederiz sonra birkaç bira ve muzlu fındıklı kek daha yeriz. Ve bu tehlikeli çember haline gelir. Düşünmemiz gerektiğini düşündüğüm şeylerden birisi neden ve nasıl uyuşuruz? Yaptığımız diğer şey şu; kesin olmayan şeyleri kesinleştiriyoruz. Din, iman ve gizem inançtan kesinliğe doğru gitti. “Ben haklıyım, sen haksız. Kes sesini”. Ne kadar korkarsak o kadar kırılgan oluyoruz, o kadar korkak oluyoruz. Günümüzde politika böyle görünüyor. Artık hitabet yok. Karşılıklı konuşma yok. Sadece suçlama.
Araştırmada suçluluk duygusunun nasıl tanımlandığını biliyor musunuz? Acı ve rahatsızlık duygusundan kurtulma yolu.
Ayrıca mükemmelleştiriyoruz. Popomuzdaki yağları aldırıp yanaklarımıza koydurmak gibi.
Ve daha tehlikelisi “çocuklarımızı mükemmelleştiriyoruz”
Doğduklarında mücadele için hazırlanmış oluyorlar. Bu mükemmel küçük bebekleri elimize aldığımızda; “Bak şuna, mükemmel. Benim işim onu mükemmel olarak korumak, beşinci sınıfa kadar tenis takımına ve yedinci sınıfta Yale’e girdiğinden emin olmak”. İşimiz bu değil. İşimiz bakıp şöyle demek; “Biliyor musun mükemmel değilsin ve mücadele için yaratılmışsın, ama sevgiye ve ait olmaya layıksın”. Bizim işimiz bu. Bana bu şekilde büyümüş bir nesil gösterin, sanıyorum günümüzde gördüğümüz sorunları sona erdirebiliriz. Yaptığımızın insanlara bir etkisi olmadığını farz ediyoruz. Bunu kişisel yaşamlarımızda ve kurumsal alanda da yapıyoruz. Örneğin bir petrol kaçağı. Yaptıklarımızın diğer insanlar üzerinde muazzam bir etki yaratmayacağına inanıyoruz. Firmalara söylemek isterim. Sadece “üzgünüz, düzelteceğiz” demenize ihtiyacımız var.
Derinden, kırılgan bir şekilde görünmemize izin vermek; hiçbir garantisi olmasa da tüm kalbimizle sevmemiz (bu gerçekten zor bir şey) tutkuyla inanabilmek. Felaket senaryoları yazacağına sadece durabilmek. Bu kadar kırılgan olabilmem yaşadığım anlamına geliyor diyebildiğim için. Gerçekten minnettarım.
Ve sonuncusu, sanıyorum en önemlisi. Yeterli olduğumuza inanmak. Çünkü inanıyorum ki “yeterliyim” dediğimiz bir noktada çığlık atmayı bırakıp dinlenmeye başlayabiliriz. Etrafımızdaki insanlara karşı daha nazik ve anlayışlı oluruz aynı şekilde kendimize.
* TED (İngilizce: Technology, Entertainment, Design), her iki yılda bir Kaliforniya, Monterey’de düzenlenen bir konferanstır. Bu konferansın varoluş amacı, farklı alanlardaki ileri derecede bilgi sahibi kişilerin bilgi alışverişine zemin oluşturmaktır. İlk olarak 1984 yılında hayata geçirilen fikir, 1990 yılına kadar yaşanan kesintinin ardından aralıksız devam etmektedir. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/TED_Konferanslar%C4%B1
Kırılganlığın Gücü,