loading...
Yüksek ateş ve davul bademciklerle hastalık sezonunu kapatıyoruz.
“Bu sene hep hastalıklarla uğraştık” yerine “bu sene yenebildiğimiz hastalıklarımıza şifa bulduk” diyorum. Geçen hafta yüksek ateş ve davul bademcik şikayetiyle gittiğimiz doktorumuzdan önemli bilgilerle çıktık. Altı yaş öncesi kontrol gibi değerlendirip boy, kilo ölçümü yapıldı. Halsizlik, sık hastalanma, uyku bölünmesi şikayetleri sebebiyle kan sayımı, hazır alınmışken de hepatit B aşı kontrolu yapıldı. Ve kuzumda kan sayımı alt sınırın altında çıktığı için ciddi olmayan ama destek alması gereken anemi teşhisi konuldu. Yani kansızlık.
Bir taşla iki kuş vurmuş olduk.
Sık kullanılması taraftarı olmadığım antibiyotiğe işimiz hiç düşmesin diye şimdiye kadar alışveriş listemizden bağışıklık güçlendirici; kefir, zencefil, yeşil yapraklı sebze veya proteini hiç eksik etmedik. Özellikle hastalık aylarında, öyle kalabalık ortamlara sık sık girmemeye özen gösterdik. Buna rağmen sakınan minnoşu kuş gagaladı. Okul dönüşü kuzumun ateşi bir anda 39 dereceye çıkmıştı. O gece elma yanaklar daha fazla hırpalanmasın diye verdiğimiz ateş düşürücü işe yaramış, yeniden bıcırdamaya başlamıştı.
“Neyse ki çok ciddi değilmiş, aferin kuzuya mikropları yendi” derken hafta başı çok kötü uyandı. Bütün gece ateş yükselmesi öncesindeki gibi elleri, ayakları, yüzü buz gibiydi. Soğuğu çok seven kuzum sabah uyanır uyanmaz ‘üşüyorum’ dediğinde “hastalık seyir bekleme süresi bitti” diyerek acilinden randevumuzu aldık. Şikayetleri kısa sürede etap etap ve hızla değişmişti. Mesela bir anda iltihap yoğunlaştığından nefesi kötü kokmaya başlamıştı. Boğazının yanlarında dışarıdan bile görülecek kadar kocaman şişlikler oluşmuştu. Bunlar lenf bezleriydi. Burnu tıkalı olduğundan ağızdan nefes alıp vermişti bu sebeple kuruyan boğazda mikroplar kolaylıkla çoğalıyordu.
Doktorumuzun sakin yaklaşımıyla doktor fobisinin eşiğindeki kuzum gerçek anlamda kuzulaşmış, küçük sesiyle laf yetiştirmeye çalışıyordu. E tabi bir tık büyüdüğü de doğrudur…
Muayenede bademcikler bembeyaz (bir önceki hastalığında benek benek sarıydı) ve kocaman görünüyordu. Ateşi 38.9 derece olmuştu yine. İlk hareket 1,5 doz ateş düşürücüyü yutuvermek oldu. Devamında; ucunda pamuk olan uzun bir çubuk yardımıyla boğazından alınan tükürük (sürüntü) ile beta testi yapıldı. Sonuçları hemen çıkmadığından tedaviye üç günlük pediatrik antibiyotikle başladık. Bu; tadı berbat olan, günde bir defa içilenlerdendi. Hemen o gün alınan ilk dozda bile düzelme gözlemlendi. Zaten “Beta üreme olmadı” sonucu ile + iğneli tek doz antibiyotik almasına gerek kalmadı. Bir haftaya tamamlanan, 12 saate bir alınan antibiyotikleri içirmek çok zor oluyor. Son seferde döküldü-kustu derken tam dozu aldığından emin olmak için antibiyotiği 6 gün iğne şeklinde vermişti doktoru. O zaman da “anne canım acıyacak di mi?” düşüncesi büyük bir korkuya dönüşmüştü. Kuzumu sakinleştirmek, göz yaşlarını dindirmek oldukça yorucu ve hepimizi üzen bir süreç haline gelmişti. Kucağımıza sığınmış halde, iğneyi yaptırmamak için tüm bahaneleri sunmasını izleyip rızasını almak hiç kolay değildi. Böyle ortamlarda sabırlı ve çocukları anlayan sağlıkçının olması hayat kurtarıyor.
Aynı zamanda hematolog olan doktorumuza özellikle kızımızın geceleri çok uyandığını (çiş, susama vb haricinde) ve bu sene sık hasta olduğunu aktarmıştık. Çocukların olduğu yerde insan hem çok gülüyor hem de yüreği burkuluyor. Tam kan sayımı için mecburen kan aldıracaktık ve Defne iğneyi duyunca paniklemeye başladı. Canım benim ya, koluna kelebek takılıp işleme başlayınca bir anda gevşedi. Hatta hemşire ablası “hiç senin gibi çok korkup en cesur olanını görmemiştim” demişti.
Tekrarlayan boğaz enfeksiyonları anemili çocuklarda biraz daha sık görünürmüş.
Bu sene üç defa çok ciddi hasta oldu kuzum. Tamam salgın varken normal ama hasta arkadaşı olmadığında da tekrar eden boğaz şikayetleri hoşumuza gitmemişti. Ayrıca uzun zamandır geceleri derin uyuyamama hatta birkaç defa uyanma, iştahsızlık, halsizlik ve solgun ten rengi de dikkatimizi çekiyordu. Tespitlerin yarısına anne baba abartısı dense de diğer yarısı için harekete geçmenin zamanı gelmişti. Son hastalığımız buna vesile oldu.
Eskiden çok duyardık bademcik (tonsiller) ve geniz eti (adenoid) ameliyatlarını. Çocukken bademciği/geniz eti alınmayan arkadaşım yok gibi birşeydi. Sanki onlar alınınca çocuğun vücudu bakteri yuvasından, doğal olarak sık tekrar eden üst solunum yolları hastalıklarından da tamamen kurtuluyormuş gibi düşünülüyordu. Böyle olunca ben de o arkadaşlara özenerek “vaaay be bir daha boğazının ağrımaması, ateşinin çıkmaması kim bilir ne güzeldir” diyordum. Artık tam tersi kabul ediliyor. Yani bademcikler tek olmasa da bağışıklık sistemini güçlenmesinde önemli bir role sahipler. Ağır enfeksiyon ve ateş sonrası kuzunun boynundaki, hatta karnınıdaki lenf bezleri şişiyordu. Bademcikler hastalık varken şişip, tedavi sonrası inince bir nevi boğazdaki koruyucu bekçiler olarak değerlendiriliyor. Kızımın tedavi sonrası bademciklerinin eski boyutuna dönmeyip, biraz daha büyük olması enfeksiyonun tamamen geçmediğini göstermekteydi.
Bademcikler neden takibe alınmalı?
Eğer sık tekrarlayan şişlikler nefes almasını engelleyecek şekilde had safhadaysa ve yutkunmayı engelliyorsa ki beslenmesini büyük ölçüde aksatıyor hatta yüksek ateş kaynaklı havale sebebi oluyorsa, ancak o zaman bademciklerini alınması mantıklı oluyormuş. Artık kuzuyu konuyla ilgili takibe aldık ki kronikleşme yaşanmasın.
Boy (1.15cm) ve kilo (20.5 kg) ölçümü yapıldı ki minyonluk zerafetinden mi emin olmak istedik. Sanırım dünya sorunu olan obezite sebebiyle çocukların boy-kilo dengesi tekrar ayarlanmış. Biz çocuğun kemikleri sayılıyor, bir haftada 1.5 kilo vermiş (ben versem oldukça hafiflemiş hissederim) hay allah derken biraz daha verebilir dedi doktorumuz. Evet fazla kilo takdir edilenler listesinden çoktan çıkmış bile.
Her zaman ihtiyacımız olanı; pekmez, karaciğer, yeşil mercimek, koyu kırmızı meyveler, koyu yeşil yapraklı sebzeler gibi doğal yollardan alma taraftarı olduk. Fakat bu sefer kuzunun doktor kontrolünde ek desteğe ihtiyacı olduğu ortadaydı. Kansızlık büyüme çağındaki çocuk için önemli bir durum. Demir şurubumuzu aldık. Tabi verilen sürede aksatılmadan kullanılacak ve devamında vücutta birikme var mı diye tekrar bakılacak.
Demiri sabahları yemekten bir saat önce aç karnına portakal, vişne gibi mevye suyuna karıştırarak içirmeye başladık. İlk açıldığında şeffaf olan şurubun rengi zamanla kırmızılaşacak. Merak etmeyin bozulmuyor. Ayrıca kabızlık, ishal veya kakada koyulaşma (siyah renk) olabilir denildi. Tadı da paslı demir gibi çirkinmiş 🙂 Doktorumuz böyle söylediğinde ‘ıyyy iğrenççç’ dedik istem dışı…
İki ay sonra tekrar ölçümler yapılacak. Onları da aktaracağım.
Sağlıcakla kalın 🙂