loading...
Ben Oyuncak Müzesi’nde çocuk oldum.
Yıllar önce kuzum henüz aramızda değilken arkadaşlarımızla gitmiştik buraya ve ağzımız kulaklarımızda çocukluğumuzdaki oyuncakları tek tek aramış, bulunca hazine bulmuş gibi sevinmiştik. Sadece biz değil pek çok noktadan “aaa bak bu bende vardı, ooo şundan dayım getirmişti bana Almanya’dan bütün yaz onunla oynamıştım yazlıkta” gibi sesler yükseliyordu. Çocukluğumuza eşlik etmiş oyuncaklarla hatıralarımızı yad edip, aynı dönemde başka ülkedeki çocukların oyuncaklarına da birazcık imrenerek bakmıştık. “Vay beee, demek biz bunlarla oynarken o ülkenin bebeleri de böyle şeylerle oynuyormuş”. 30 yıl sonra bile içten içe olan ama dışa vurulmamaya gayret edilen çocuk kıskançlığının nasıl birşey olduğunu hatırladım. İmrenmek diyelim…
Bir ev dolusu, binlerce oyuncağın olması fikri bile harika geliyor bana. Hani filmlerde olur ya kitabın sayfaları hızla çevrilmeye başlar ve birşeyler olur. Hooop sen bambaşka bir yere gidersin veya Narnia’daki gibi elbise dolabının içinden diyar değiştirirsin. Abartmıyorum aynen öyle hissetiriyor bana bu tarz mekanlar.
İlk ziyaretten yıllar sonra kuzumun daha anlayacağı yaşı bekleyip bir haftasonu için Oyuncak Müze’si ziyaretini planladık. Pazardan alınan en ucuz ama arkadaş gibi kıymetli plastik bebeklere tekrar merhaba diyebilecek ikinci ziyaretimin avantajı olarak şaşkınlığımı üzerimden atmış şekilde biraz daha dip köşe inceleme fırsatı bulacaktım. Bunlar benim yetişkin olarak verdiğim tepkilerimdi, peki küçük bir çocuk öyle bir yere bırakılınca çikolata fabrikasına girmiş gibi hisseder miydi? Yüz ifadesi ne olacaktı? Öyle çok sevecekti ki, onu oyuncakların sergilendiği alanlardan zorla mı uzaklaştıracaktık. Çıkınca saatlerce gördüğü bebekleri, arabaları ne bileyim herşeyin ne inanılmaz ve çok olduğunu anlatacak mıydı bize. İşte size akıllanmayan bir ebeveyn. Çocuktaki huysuzlukların temeli kurdukları hayalin aynısını yaşayamamak olur ya aynen bizde de öyle oldu. Detaylı hayaller kurmuştum ve ziyaret beklediğim gibi olmayınca yüzleştiğim ilk direnme anında bir tık ben mızmızlandım. Ziyaretin en başına dönüp anlatırsam şöyle ki;
Ziyaret için özellikle öğleden sonrayı seçmiştik. Özellikle akşam üstü daha sakin olur diye. Müzenin küçük sevimli bir sokakta olduğunu düşününce arabanızı bırakmak için geniş alanlar beklemeyin lütfen. Bulduğunuz yere koyun veya biraz yürümerek zorunda kalırsanız da sakın vazgeçmeyin inanın buna değer. Tabelalar sizi yönlendiriyor fakat sokakta kocaman 3 tane zürafa görünce doğru geldiğinizi anlıyorsunuz zaten. Civarın havasını ne güzel de değiştirmiş müze. Beyaz, ahşap, birkaç katlı köşkün bahçe kapısından içeri girer girmez merdivenlerin başında bekleyen kocaman oyuncak askerler size gülümsüyor. Sarılmak isteyip devirmekten korktuğumdan hızla uzaklaşan tiplerdendim.
Makul rakamlardaki biletimizi alıp hemen içeri girdik. Daha ilk katta, ilk adımda “aaa bak bak” sesleri yükseliyordu ve hatıra fotoğrafları çekiliyordu. Güray da büyük bir hevesle fotoğraf makinasını almış detay alabilmek için sağa sola eğilip bükülüyordu. Anne baba oyuncakları tek tek incelerken kuzumuz başka noktalara bakınıyordu. Birinci kat penceresinden bahçedeki boyama atölyesini gördü ve “oraya gidelim” diye tutturdu. Biz “kuzucum diğer katları da gezelim en son oraya gideriz” diye ısrar ettiysek de gözü sadece orayı görüyordu. Hani tam tersi olacaktı? Henüz giriş katında takılıp kalmıştık. Biz ne kadar ısrar ediyorsak, onu ikna etmek için dil döküyorsak kızım da aynı oranda ısrar ediyordu merdivenin sonundaki mekana bir an önce gitmek için. Tamam orası da eğlenceli görünüyor ama nasıl olur da her yer oyuncakla donatılmış dolup taşarken bir çocuk başka şeyle ilgilenirdi. Birbirimize baktık eşimle. Sanırım hatamız kendimizi onun yerine koymak yerine onu bizim çocukluğumuzdaki yerine koymaktı. Ben onun yerinde olsaydım!!! Evet kendimi darı ambarında gibi hissediyordum, dünyanın çeşitli yerlerinden, 1800 yıllarından bile kalma oyuncakların içindeydim. Burayı çocukken de görmeyi çok isterdim ama bu benim hislerimdi. Sonra birden ve neyse ki çok geç olmadan oraya asıl kim için geldiğimizi hatırlayıp ısrarımızdan ve anlayamıyorum tavırlarından vazgeçip kızımın elinden tutarak doğruca onun istediği gibi boyama atölyesine gittik.
Bu atölyede ahşap oyuncaklardan birini seçip makul bir rakam karşılığından satın alarak boyayabiliyorsunuz. Masanın etrafına dizilen çocuklar rengarenk boyalardan istediğini kullanarak boş ahşaba ruh katıyordu. Ben yine çocukluğumdaki küçük kızın fısıltısıyla kendimi düşünerek topaç seçtim.
Atölyedeki gözlemimi anlatmadan geçemeyeceğim; gittiğimizde Fransız bir aile ve farklı yaşlarda çocukları vardı. Aile sessizce onların resim yapmalarını ve boyadıklarını kurutmalarını bekliyordu, direktif yok, o renk yap, söyle boya tavsiyesi yok. Hatta bir ara atölyenin içinde oyun oynadılar. Onlarla birlikte diğer küçük ziyaretçileri ve ailelerini de izledim. Annesini çekeleyerek kapıya kadar getiren küçük çocuk “aaa sadece boyama yapılıyormuş” gibi aktiviteyi çocuk için küçültüp vazgeçiren, vazgeçiremiyorsa istemeye istemeye içeri girip hatta bir fırça da kendisi eline alarak, durumu hızlandırmaya çalışanlar da vardı. Hep acelemiz var ve çocuklar büyüklerin planlarının arasın aynı hızda koşturulmayı haketmiyor. Mekan onlar içinken zamanın yönetimi ebeveynlere ait olmamalı. Umarım ben sadece o güne özel olumsuz örneklere denk gelmişimdir.
Diğer katlara çıkmadık yine kuzumun isteğiyle ki yorulmuştu küçük tatlı kafe’sinde oturduk. Oyuncak evin içinde olmak gibi çok keyifliydi. Tüm süreç hayal ettiğimiz gibi olmasa da hepimiz mutluyduk, servis harika, atıştırmalıklar lezzetliydi. Neredeyse kapanana kadar vakit geçirdik kafede.
Oraya sık sık gideceğiz hatta ailemizi de götürüceğiz. Biraz da onlar binsin zaman makinasına. Özellikle birkaç oyuncak vardı ki neredeyse ağlatacaktı beni. Küçücük halimi ve babamla birlikte oyunlarımızı hatırlattığı için. Zihin ne muhteşem. Hatırlatıcı olduğunda en güzelini alıp getiriyor senin önüne hiç ummadığında. Bu mutlu şaşırmaktan da öte, mucize gibi benim için.
Bırakın çatı katını üst katlara çıkamadığımız Oyuncak Müzesi bu ziyaretimde duygusala çevirdi beni, bir sonraki ziyarette neler olacak bakalım. Lütfen gidin, çocuğunuzu götürün ve ne kadar olursa olsun zamanın yönetimini ona verin, hiç acele etmeyin ve ettirmeyin. Çünkü şimdi etkilenmemiş gibi görünse de veya farklı tepkiler verse de ileride bizim yaşımıza geldiğinde tüm bu hazineyle tanıştığı anı nasıl hatırlayacağı ona kalmış. Bize sadece fırsat vermek kalıyor.
Web sitesini ziyaret edip çocuk ve büyükler için düzenlenmiş eğlenceli atölye çalışmalarını inceleyin. Oyuncak boyama, kukla gösterisi veya bez bebek yapımı gibi…
Müzenin kuruluşunu anlatan güzel hikayesi, çözüm ortakları vb bilgileri özellikle vermiyorum, sitesinden kolayca ulaşabilirsiniz hem galerisini de şöyle bir gezersiniz. Sadece emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum. Her yaş grubu için paha biçilemez bir kaynak.
http://www.istanbuloyuncakmuzesi.com/
Birkaç not: Merdiven ve ziyaret alanları çok geniş değil. Rahat etmek için varsa büyük çantanızı arabanızda veya girişte bırakın. Sağa sola çarpma endişesinden kurtulun.
– Zaten her köşe, nokta değerlendirilmiş. Ama özellikle tuvalet yolu denizaltı gibi yapılmış ki çocuklar burunlarını yuvarlak pencerelere dayayıp balıkları izleyebilir.
– Aklınızda olsun flaş kullanmadan fotoğraf çekebiliyorsunuz…
– Ya karnımız acıkırsa diye endişelenmeyin atıştırmak için tost ve tatlıları harika.
İyi eğlenceler:)
…………………ZİYARET SAATLERİ VE ULAŞIM…………………………
Müze Pazartesi günleri hariç; Hafta içi: 09.30-18.00 Hafta sonu: 09.30- 19.00 saatleri arasında ziyarete açık.
İstanbul Oyuncak Müzesi’ne toplu taşıma ile de gidilebiliyor. Kadıköy’den kalkan ve Gözdepe’den geçen IETT otobüslerinin numaraları şöyle: 10, 10B, 10S, 14Ç, 14KS, 17, 17L, 19F, 19M, 19S, GZ1, GZ2, ER1, ER2 Adres: Ömer Paşa Cad. Dr. Zeki Zeren Sok. No:15 Göztepe/
İstanbul Detaylı bilgi veya etkinliklere, grup ziyaretlerine randevu almak isterseniz telefon numarası; 0216 359 45 50-51